Felâket ve musibetler hakkında öteden beri yapılagelen “ilâhî ikaz” yorumunun 17 Ağustos depremi için de 28 Şubat kaynaklı zulüm ve haksızlıklarla irtibat kurularak dile getirilmesi birilerini çileden çıkarmıştı.
Milyonlarca depremzede bir an önce yardımına koşulmasını, dağ gibi enkazlar kaldırılmayı beklerken DGM’lerin harekete geçirilip depreme “ilâhî ikaz” diyenlerin peşine düşülmesi ve peş peşe yargılanıp cezalandırılması bundandı.
Kutlular bu sebeple 276 gün hapiste yattı.
(Sonra AİHM, bu kararın haksızlığına hükmederek Türk devletini tazminata mahkûm etti.)
Yeni Asya yazarları hakkında bunun için toplam 7000 güne yakın hapis cezası talep edildi.
Ancak bu gözdağı ve yıldırma operasyonu, “sokaktaki insan”ın da depremi ilâhî ikaz olarak görüp öyle değerlendirmesine engel olamadı.
Bunun üzerine Diyanet de işin içine sokuldu.
Camilerde depreme ilâhî ikaz demenin yanlış olduğunu iddia eden Cuma hutbeleri okutuldu.
Dahası, yine Diyanet’e, münhasıran bu iddiayı ihtiva eden broşürler hazırlatılıp yayınlattırıldı.
Yetmedi; ders kitaplarına, felâket ve musibetler için yapılan ilâhî ikaz yorumunu “hurafe” olarak niteleyen bölümler yazdırılıp konuldu.
Ama bütün bunlara rağmen, üniversiteler ve farklı kuruluşlarca yapılan araştırmalar, halkın büyük ekseriyetinin deprem gibi felâketleri ilâhî ikaz olarak görmeye devam ettiğini gösterdi.
Çünkü bu yorum, kaynağını köklü inançlardan alıyor. Kur’ân başta olmak üzere semavî kitaplarda verilen mesajlara dayanıyor. Âsi kavimlerin felâket ve musibetlerle cezalandırıldığının anlatıldığı Peygamber kıssalarına istinad ediyor.
Ve bu inanç sadece Müslümanlara mahsus değil. Hıristiyan, Yahudi, hattâ Budistler dahi bu çeşit hadiseler için böyle yorum yapıyorlar.
Nitekim geçmiş yıllarda ABD yönetiminin büyük tafralarla fezaya gönderdiği Uzay Mekiklerinden birinin, fırlatıldıktan hemen sonra yere çakılması; yine ABD’de Katrina ve benzeri kasırgalar; ve Uzakdoğu’yu vuran tsunami için, inanç sahipleri hep “ilâhî ikaz” yorumu yaptılar.
Şimdi de aynı yorum, dünya piyasalarını vurup kapitalist sistemin dev banka ve şirketlerini deviren küresel finans krizi için yapılmakta.
Bu yöndeki ilk yorum, Katolik âleminin ruhanî lideri Papa’dan geldi. Papa, cami kürsü ve minberlerinde dinlemeye alışık olduğumuz gerekçelerle bu krizi ilâhî bir ikaz olarak niteledi.
Ardından çok farklı ve şaşırtıcı bir isim, Nikaragua’nın solcu ve eski gerillacı Devlet Başkanı Ortega da benzer bir değerlendirme yaparak, Allah’ın krizle ABD’yi cezalandırdığını söyledi.
Derken, Avusturya Katolik Kilisesinin Viyana Kardinali de krizi “Allah’ın bir cezası” olarak niteledi ve “Kur’ân’da da yeri olan Musa Peygambere indirilen 10 Emir’i hatırlatıyorum” dedi.
Buna karşı Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu’nun “Krizi ilâhî ikaz olarak algılamayalım” diyerek lâfı eveleyip gevelemesi ise tuhaf kaçtı.
Prof. Bardakoğlu, “Finans krizi, insanoğlunun maddî unsurlar ve aşırı dünyevîleşme üzerine kurduğu sistemin zaman zaman kendini cezalandırması ve kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesidir” gibisinden izahlar getiriyor.
İyi de, bu izahlar “ilâhî ikaz” yorumuyla çelişmiyor ki. Tam tersine, bu yorumu tamamlıyor.
Buna rağmen Başkanın “ilâhî ikaz” dememek için bu kadar ıkınıp sıkınmasının sebebi ne ola?
Katolik muhatabı, hem de bizim mukaddes kitabımız Kur’ân’a atıfta bulunarak son derece net bir üslûpla konuşurken, bizim Diyanet İşleri Başkanı, kaynağı Kur’ân’da yer alan açık ve kesin bir hakikati dile getirmekten niye çekiniyor?
Bardakoğlu, “Camilerde Atatürk anlatılsın” derken sergilediği netliği, “Finans krizi Allah’ın bir ikazıdır” yorumu yapmaktan niye esirgiyor?
Yoksa camileri “Atatürkçülük propagandasının mekânları” haline getirme noktasındaki ısrarı mı kendiliğinden böyle bir neticeyi veriyor!
17.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|