Ergenekon dâvâsı, artan terör olaylar, Doğu ve Güneydoğu’da bazı illerde yaşanan olaylar, Anayasa Mahkemesi tarafından açıklanan Anayasa değişikliğinin iptali ve AKP’nin hazine yardımından yoksun bırakılması kararları gibi olaylar gündemimizi meşgul ederken ülkemizde yaşanan bazı sıkıntıları unutuyoruz.
Türkiye’nin her gün değişen gündemi bu sıkıntıları hatırlamamızı zorlaştırıyor. Ama tek olaya kilitlenen ya da kilitlendirilen insanlar bunları görmezden geliyor.
* * *
Ankara Büromuzu ziyarete gelen Bağımsız Eğitimciler Sendikası’ndan bir yetkili bir sorunu hatırlattı. Hakikaten çevremizde çokça görülen, fakat görmezden gelinen bir kesimin sorunları ile ilgili hazırladıkları bir doküman getirdi. Hem de 10 milyondan fazla insanı (aileleri birlikte düşünülürse 30-40 milyon) ilgilendiren bir sorun…
Zihinsel engelli bir öğrencinin yazdığı bir mektupla başlayan örnek bir kampanyadan bahsetmek istiyorum. İşte o mektup: “Ben özel eğitim merkezinde okuyan Buse Bekleyici. Senden bazı isteklerim olacak. Duydum ki sen öğretmenlerin başıymışsın. Bana da yardım eder misin? Arkadaşlarım benimle oynamıyor. Bana kimse güvenmiyor. Bir şey olsa herkes beni suçluyor. Bana çok bağırıyorlar. Annemle otobüse binince bana garip garip bakıyorlar. Ben annemi ağlarken görüyorum. Arkadaşlarım beni doğum günlerine çağırmıyorlar. Yaşantımdan sıkıldım artık. Daha güzel arkadaşlar olan okula gitmek istiyorum. Annem artık ağlamasın…”
Bu mektup, Bağımsız Eğitimciler Birliği Sendikası Genel Başkanı Gürkan Avcı’ya ulaşınca o da etkilenmiş ve kayıtsız kalamamış. Örnek alınacak bir davranış sergileyerek “istersek çiçek açar” kampanyası ile 5 yılda, 5 zihinsel engelli öğretim okulu için kolları sıvamış. Bu amaçla pek çok siyasetçiyi, sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ederek kampanya hakkında bilgi verip destek istemiş. İşte bu kampanya, geçtiğimiz günlerde başladı. Avcı, “Çünkü bu çocuklar bir çiçektir, eğer yardım eli uzatılmazsa, bu çiçekler solacak” diyor ve kampanyaya destek bekliyor.
Engelli çocukların eğitim imkânına kavuşması için birçok dernek, vakıf ve federasyon faaliyet yürütüyor. Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın bu kampanya da amacına ulaşmasını temenni ediyoruz.
* * *
Resmî rakamlara göre Türkiye’de 8 milyon 360 bin özürlü yaşıyor. Özürlülerin toplam nüfusa oranı yüzde 12.29. Özürlülerdeki okuma-yazma bilmeme oranı, normal nüfusa göre daha yüksek. Özürlülerde bu oran yüzde 36.33 iken, toplam nüfusta yüzde 12.94’e düşüyor. Özürlü kadınların neredeyse yarısı okuma-yazma bilmiyor. Özürlü nüfusun sadece yüzde 2.42’si üniversite mezunu. İlkokulu bitiren özürlü oranı ise yüzde 41 civarında.
Bedensel engellilerin yüzde 29,5`i, görme engellilerin yüzde 34,9`u, işitme engellilerin yüzde 36,9`u, konuşma engellilerin yüzde 53,1`i, zihinsel engellilerin yüzde 66,9`u, okur yazar değildir. Özürlüler için toplam resmî eğitim kurumu sayısı 744, öğretmen sayısı 6 bin 574, öğrenci sayısı ise 33 bin 036. Türkiye’de bütün engellilerin ancak 0,39’u resmî eğitim kurumlarında eğitim alabiliyor. Bu bakımdan da örnek kampanya sonrasında yapılacak bu okulların önemi çok büyük.
Burada gözden kaçırılmaması gereken bir konu daha var. Bu okullar yapılacak, çocuklar buralarda eğitim görecek. Mezun olduktan sonra yine evlerine mi dönecek? Bu çocuklara iş imkânlarının arttırılması gerekiyor. Zaten sosyal devlet olmanın gereği bu değil mi?
* * *
Küçük Buse’nin mektubunda bir cümle var. “Hayatımdan bıktım artık” diyor. Bu cümle düşünüldüğünde bile bu çocuklara dinî bilgilerin de verilmesinin önemi de ortaya çıkıyor. Fen bilimlerinin yanında dinî bilimlerinde bu okullarda okutulması son derece önem arz ediyor.
Bu konuda Bediüzzaman’ın görüşlerine dikkat çekmek istiyorum: “Ey biçare (çaresiz) hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nev'î dermandır. (ilâç, çare) Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar (meyveli) ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor; tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işâreten (işâret ederek) bu darbımesel (atasözü) dillerde destandır ki, ‘Musibet zamanı çok uzundur; safâ zamanı pek kısa oluyor.”
(Hastalar Risâlesi, 24)
26.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|