ÜNLÜ tarihçi Arnold Toynbee modernizm döneminde ve Osmanlı sonrasında İslâm âleminin durumunu Roma ile Yahudilerin ilişkileri bağlamında tahlil eder. En azından İngilizlerin ve Amerikalıların bakış açıları buna yakındır. Müslümanlar sadece Yahudilere değil aynı zamanda ilk Hıristiyanlara da benzemektedirler. O ayrı bir fasıldır lâkin Faruk Şen günümüzde Almanya’da yaşayan Türklerin durumunun İkinci Dünya Savaşı ve öncesindeki Yahudilerin durumuna benzediğini ifade etti. Türkler ve Müslümanlar Avrupa’nın yeni Yahudileri veya paryaları olarak takdim edildi. Faruk Şen, İshak Alaton’a ithaf ettiği yazısında şunları söylemektedir: “Büyük kıyım sonrasında Yahudilerden arındırılmaya çalışılan Avrupa’da, 5 milyon 200 bin Türk, ‘yeni Yahudiler’ hâline gelmiş bulunuyor. 47 yıldır yaşlı kıt’anın orta ve batısını da kendine yurt edinen insanlarımız aralarından 45 milyar Euro ciro yapan 125 bin girişimci çıkardıkları hâlde, farklı ölçek ve görünümlerde de olsa Yahudilerin karşılaştıkları ayrımcılık ve dışlamalara maruz kalıyorlar…” Oysa ki Yahudiler ne acılarını ne de sevinçlerini başkalarıyla paylaşırlar. Bernard Lewis çok uzak olmayan bir geçmişte yaptığı bir konuşmasında Türklere, Almanya’da yaşadıklarını Yahudilerin yaşadıklarına benzeterek duygu sömürüsü yapmamalarını salık vermişti. Yahudi trajedisini istismar etmemelerini öğütlemişti. Şahin Alpay gibi bazı yazarlar işin bu yönüne temas etmişlerdi. Yine Yahudiler acılarının tek ve yekta olmasını isterler. Bu bağlamda da daima Ermenilerin kendilerine benzetilmesine karşı çıkmışlardır. Tarih zaviyesinden benzer veya benzemez ama onlar acılarını gölgeleyecek başka bir acıya tahammül edemezler. Zira bazı Yahudi yazarların da ifade ettikleri gibi artık bu uluslar arası ilişiklerde ve her açıdan kazandıran bir sektör hâline gelmiştir.
***
Faruk Şen, bu tesbitinde elbette ki haksız veya yalnız değildir. İngiltere’den de onu teyid eden resmî bir ses yükseldi. İngiltere’nin ilk Müslüman bakan yardımcısı Şahid Malik, ülkede giderek yükseldiğini söylediği İslâm karşıtlığına sert eleştiriler yöneltti. Malik, Müslümanların büyük bölümünün kendilerini “Avrupa’nın Yahudileri” gibi hissettiğini ifade etti. Bakan yardımcısı medyada ve genel olarak toplumda Müslümanların başka hiçbir azınlığın kabul edemeyeceği derecede hedef alındığından ve aşağılanmalarından şikâyet etti.
Demek ki, Toynbee’nin zikrettiği gibi Batı’ya yerleşmiş Müslümanlara Roma yaklaşımı veya muamelesi uygulanıyor. Onun ötesinde İslâm âleminin bütünleşmesine yönelik engeller de Roma’nın Yahudi politikasının bir devamıdır. Maalesef Müslümanlara yönelik yeni Roma olan ABD’nin bu politikasında en yakın müttefiki ve ortağı da ne yazıktır ki, kadim Yahudilerin fiziki varisi İsrail’den başkası değildir. İşin içinde böyle de bir garabet vardır. Bundan dolayı Bernard Lewis, Faruk Şen’e katılmayacağı gibi Şahid Malik’in bu şehadet ve tanıklığına da iştirak etmeyecektir. O katılmasa da yaşanılanlar bir vakıadır. Bununla birlikte artık yeni Roma çökerken yeni ilişki modelleri de gündeme geliyor ve teklifleri de yağıyor.
***
Bu yeni tekliflerden birisi Toynbee tezinin panzehiri olan Charles San Bayrou’nun teklifidir. Bu teklif tabi-metbu ilişkisi değil ortaklık ilişkisi öngörmektedir. Bu ilişiklerin ekseni değişmelidir. Bayrou, Toynbee’nin zikrettiği ve Bush doktrini hâline gelen: “Ya benimlesin ya da karşımdasın’ anlayışının terk edilmesi gerektiğini savunuyor. Paris Jeostratejik Etüdler Gözlemevi Müdürü olan Bayrou yeni bir ilişki dönemi arefesinde bulunduğumuzu ifade ediyor. Bakış açısını şöyle özetliyor: ‘Bugüne kadar Müslümanlara ya mücadele edilmesi gereken aşırılar nazarıyla baktık ya da onlardan kimliklerini değiştirmelerini ve körü körüne Batı’ya tabi olmalarını istedik. Artık bu kalıp ilişkiler döneminin sonuna geldik.” İslâm’ın kendi değerlerini muhafaza ederek modernizmi absorbe edecek ve massedecek kudrette haiz olduğunu da hatırlatıyor. İslâm’ın geçmişi çağdaş malzemelerle yeniden üretme ve inşa etme gücüne haiz olduğunu da söylemekten kendini alamıyor. Bayrou, Ebu Zabi’de BAE Stratejik Araştırmalar ve Etüdler Merkezi’nde yapmış olduğu bu kapsamlı konuşmasında İslâm dünyasında görülen aşırı akımların sebebini de dine değil siyasî gelişmelere bağlamıştır. Buna dair Filistin meselesiyle birlikte Irak ve Afganistan işgallerini misâl vermiştir. Bayrou, cihad ile bir takım aşırı eylemlerin de birbiriyle karıştırılmaması gerektiğini ve Batı’nın sıkça bu hataya düştüğünü kaydetmektedir. Cihadın kuralları olan bir savunma biçimi olduğunu ve gelişigüzel hareketlere ve eylemlere müsaade ve izin vermediğini hatırlatmaktadır. Bayrou bunun da ötesinde dünyanın medeniyet çeşitliliğine muhtaç bulunduğunu ve kesinlikle İslâm medeniyetinin bir zaruret olduğunu ve maddî medeniyeti dizginlemek ve dengelemek için dünyanın İslâm’ın manevî iklimine ve kimliğine ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. Fransa’da 6 milyon Müslümanın yaşadığını hatırlatan Bayrou aynı zamanda İslâm’ın resmî müfredat kapsamına alınmasını ve okullarda okutulmasını da talep etmektedir. İslâm’ın doğru algılanması için buna ihtiyaç doğduğunu hatırlatmaktadır. Bayrou bir Batı mefhumu ve kavramı olan laikliğin genele teşmil edilemeyeceğini ve bütün dünyaya tamiminin de doğru olmadığını ve İslâm’ın zaten din ile dünyayı ayırmadığından bundan müstağni olduğunu ve bu farkıyla da beşeriyet için bir zenginlik kaynağı olduğuna parmak basmaktadır. Bayrou konuşmasında aşırılığın ve Batılılaşmanın panzehirinin İslâm olduğunu dile getirmiştir.
NOT: Fehmi Huveydi’nin mugalataları başlıklı yazımızda Kardavi konusunda Dünya Bülteni ve benzeri sitelerin biraz tek yanlı yayınlar yaptıklarına temas etmiştik. Dünya Bülteni’nden yetkili arkadaşlar arayarak meseleyi tashih ve tavzih ettiler. Yapılan yayınların dengeli ve tarafsız olduğunu örnekleriyle ifade ettiler. Keyfiyeti okurların bilgilerine arz ederiz.
26.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|