“MISIR 20 yıl önceki tanıdığım Mısır değil. Mısır’ı tanımakta zorlanıyorum neredeyse teşeyyü akımının bahçesi haline gelmiş ve Fatimilerin Mısır’ı haline dönmüş” diyordu Kardavi. Yanlış mıydı? Fehmi Huveydi ve Ahmed Kemal Ebu’l Mecd gibiler kendisini tahtie ettiler yani yanlışladılar. Ama yine el Mısrı el Yevm’den Memun Fendi “El Lobi el İrani merre uhra” başlıklı makalesinde Kardavi’yi doğrulamaktan öte laflar ediyor. Arap ülkelerinin iki proje ile karşı karşıya olduğunu ileri sürüyor. Bu projeler karşısında Arap dünyasının eli kolu bağlı ve edilgen olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor.
Bu projelerden birisi dışarıdan işgal suretiyle bölgeye nizamat vermek isteyen Napolyon döneminden kalma Amerika projeleri. Diğer proje de bölgeyi içten çökertmek ve ele geçirmek için İran’ın gizli projeleri. Bu iki projenin Irak’ta izdivacına şahit oluyoruz. İşgalden sonra hem İran, hem de ABD ülkeyi Arap ve diğer İslâm ülkelerinin nüfuzundan uzak tutmak istemişlerdi. Şimdi yavaş yavaş pazarlık noktasına geliyorlar. Memun Fendi Mısır’daki İran lobisine (biz ona Hizb-i İran diyoruz) karşı çıkmaya kimsenin cesaret edemez hale geldiğini ve Mısır’daki en güçlü lobinin İran lobisi olduğunu söylüyor.
Aslında Mısır’ın Şiileştirilmesi girişimleri yıllardır tartışılıyor. Bununla birlikte gerçekten de Mısır ve birçok İslâm ülkesinde İran lobisi Sünniliği temsil eden yerli kalemlerden çok daha güçlü. İçeriden ve suret-i hak yoluyla gelen ve bu yüzden karşı konulamaz bir cereyan hatta hakim cereyana dönüşen İran lobisiyle kimse başa çıkamıyor. Memun Fendi, medya ve basın dünyasında Şiileşmenin başını Mısır’ın çektiğini ve onlarca gazeteci, televizyoncu ve sunucunun İran lobisi tarafından satın alındığını ve devşirildiğini ileri sürüyor. Bunun birkaç sebebi var. Bunların başında Şiilerin asabiyeti ve karşı cephenin ise vurdumduymazlığı geliyor. Bu vurdumduymazlığı ve hatta karşı tarafa meyli besleyen unsurlar arasında popülizm gibi etkenler de vardır.
***
En önemli etken Şia’nın mezhep asabiyetine mukabil Sünnilerin hakkaniyet merkezli asabiyetleridir. Dolayısıyla ehl-i hak, hakşinas olarak gerektiğinde karşı tarafa da hak vererek kendi zeminini zayıflatıyor. Bu da tehlikeyi büyütüyor. Akibet muhakkak ki hakperestler içindir. Bununla birlikte, şu harman yeri gibi imtihan mahallinde insanlar savruluyor. Bunu Kardavi meselesinde gözleyen Ahmet Raysuni şunları söylüyor: ”Kardavi tartışması Ehl-i Sünnet ile Şia’nın karakterini bir kez daha ayan beyan ortaya koymuştur. Kardavi’nin talebeleri bile bir hizip gibi hareket etmemiş, belki yanlış da olsa hocalarını eleştirmiş ve kazan kaldırmışlardır. Hocalarını eleştiriyor, ama İran’ı kayırıyorlar. Karşı cepheye baktığımızda da tam bir koro hali görüyoruz. Yusuf Kardavi’yi kayıran bir tek isme dahi rastlamıyoruz Tamamen organize bir haldeler. Halbuki hakikate organize bir şekilde veya hizip formunda ulaşılamaz. Herkes hakikat terazisine tartılır. Ahmet Bin Hanbel veya benzeri isimlerin söylediği gibi insanlar hakikatle bilinir yoksa hakikat insanlarla bilinmez. Ehl-i Sünnetin kaide ve desturlarından birisi insaf desturudur. Müslümanlar hakkı tutup kaldırmak için kendi nefisleri veya yakınları aleyhinde de olsa tanıklık ederler. Zira inanmış insan, aleyhine de olsa hakikatın tanıdığıdır. Burada Şiilerin koro halinde hareket etmesi ve Kardavi’nin yalnız kalmış gibi görünmesi hakikatı ve Ehl-i Sünneti temsil etmesindendir…”
***
Bu da Fehmi Huveydi’nin “Mezhep mi, yoksa ümmet mi?” soru kipinde yönelttiği çelişkisine bir cevap ve tekziptir (Dünyabülteni, 27 Eylül 2008). Ehl-i Sünnetinki hakta selabet ve asabiyet iken Şia’nınkisi mezhepte asabiyettir. Dolayısıyla Fehmi Huveydi’nin sorusu basmakalıptır ve gerçeklerle uzaktan yakından alâkası yoktur. Sonra ümmet meselesi de ehl-i beyt meselesi gibi istismara açıktır ve uğruyor. Şaban Ali Düzgün’ün de Aliya Sempozyumunda ifade ettiği gibi, Medine vesikasında veya sahifesinde müşrikler veya ehl-i kitap da ümmetin bir parçası olarak kabul ediliyordu. Bu durum 19’uncu yüzyıldaki bir tartışmayı da hatırlatıyor. Bu tartışmanın bir tarafında Mustafa Kâmil diğer tarafın da Abdullah Nedim vardı. Mustafa Kamil, ‘el Camitü’l İslamiyye’ yani İttihad-ı İslam derken Nedim de Camiatü’ş şarkiyle yani şark ve doğu birliğinin propagandasını yapıyordu. Medine vesikası bağlamında baktığımızda pekalâ Doğu Birliğinin de İslam Birliği’ne zıt olmadığı görülecektir. Lâkin buradaki sair unsurlar çoğunluğun iradesini felç edemez ve karar alma mekanizmasını atalete uğratamazlar. Dolayısıyla ümmet veya İttihad-ı İslam azınlığın tahakkümünde değildir. Ve görevler menfi surette kullanılamaz. Bu bağlamda çok milletli Osmanlı pekala Endülüs gibi bu modelin ideal uygulamalarından ve temsilcilerinden biridir. Bu bağlamda, eğer mezhep ile ümmet birbiriyle çelişiyorsa ümmet birliği peşinde koşan İran ne diye mezhebini bir kenara bırakmıyor? Kaldı ki bütün İslâm ülkeleri arasında mezhebini anayasaya koyan tek devlet İran’dır. 12 imam mezhebine işaretle ve atıfla anayasalarının 12’inci maddesini bu mezhebi duruma ayırmışlardır. Dolayısıyla Fehmi Huveydi’nin yaptığı büyük bir mugalatadan ibarettir. Raysuni’ye göre Fehmi Huveydi’nin konumu tezini tekzip ediyor. Şia’nın konumunun da tezini ve iddiasını tekzip etmesi gibi.
Gözünün yaşına değil ellerinin icra ettiğine bakmak iktiza eder. Maalesef Türkiye’de de bir iki istisna hariç durum aynen Mısır’daki gibidir. Nedense Sünniyim demekten utanan birileri doğrudan veya dolaylı olarak Şia’nın propagandasına alet olabiliyor. Ekmeğine yağ sürüyor. Sözgelimi Dünyabülteni adlı sitede tek yanlı olarak Fehmi Huveydi’nin anlamsız ve bağlamsız yazısı yayınlandığı gibi yanlışına Ian Black’ın ‘Kardavi’ yazısıyla tüy dikmiştir. Kardavi’den hiçbir zaman sadır olmamış ve İran hakkında ‘Darü’l İslâm’ın bir parçasıdır’ demesine rağmen ondan ‘kafir Şii Müslümanlar’ ibaresi ve yargısı aktarıyor (26 Eylül 2008). Bu yalan atıf tam da Kardavi’nin 25 Eylül’de ikinci kez Şia’yı uyarmasının ardından geliyor. Burada kimi kez kompleksten mütevellit, kimi kez de popülizm dürtüleriyle tek yanlı davranılıyor ve tek yanlı yazılar aktarılıyor. Madem ki bu meseleye illa da girmek istiyorlar o zaman penceresinden değil kapısından girsinler ve Kardavi’nin açıklamalarını bir bütün olarak versinler.
Evet, İttihad-ı İslâm hepimizin kızıl elmasıdır lâkin kimilerinin tuzağına düşerek Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım. Hayrettin Karaman’ın Doğru İslâm’da Birlik kitabının başlığının çağrıştırdığı gibi buluşma noktası doğru ittihat olsun.
Ahmet Raysuni şunları söylüyor: Kardavi tartışması Ehl-i Sünnet ile Şia’nın karakterini bir kez daha ayan beyan ortaya koymuştur. Kardavi’nin talebeleri bile bir hizip gibi hareket etmemiş, belki yanlış da olsa hocalarını eleştirmiş
ve kazan kaldırmışlardır.
17.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|