Hâl ve gidişimize bakınca, “Et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa ne yaparsın?” sorusuyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır. Ardı arkası kesilmeyen rüşvet iddiaları, sonu gelmeyen ‘çete’leşmeler; cemiyetin temelden sarsıldığını hatırlatmıyor mu?
Son günlerde yakalanan ‘çete’ sayısındaki artış, başarı mı yoksa tahrip olduğumuzun delili mi? Bir yönüyle başarı gibi algılansa da, aslında yıllardan beri süren tahribin cemiyeti ne hâle getirdiğini gösteren bir ‘delil’ olarak anlaşılmalı.
Habere konu olan son rüşvet hâdisesi daha da sarsıcı. İddiâya göre bir mahkeme başkanı/hakim; ‘çete lideri’ ithamıyla yargılanan bir kişiyi, 350 bin YTL karşılığında tahliye etmiş. Üzücü ve sarsıcı olan; bu hadisenin ne ilk olması ne de ‘son olacağı’ noktasında bir kanaate sahip olunmasıdır. Bu güne kadar hiç yaşanmayan bir hadise olmuş olsa; insanlar bir anlık ‘şok’ geçirir ve bir daha olmaması için duâ ederdi. Hatta, “Eh, her sepette ‘çürük elma’ olur, böyle hadiseleri büyütmemek lâzım” denilirdi.
Bu hadise ‘ilk’ olmadığı için kimse böyle düşünmedi. Daha önce de bu büyüklükte olmasa bile rüşvet iddiaları ortaya atılmış, bir kısım insanlar ceza da almıştı. Aynı şekilde, bu hadisenin ‘son olacağı’nı kimse söyleyebilir mi? Keşke böyle bir güvencemiz olsa... Keşke, bundan sonra böyle sürprizlerle karşılaşmasak...
Normal zamanlarda ‘yeri yerinden oynatması gereken’ bu hadiseler, nedense günümüzde ‘sıradan olaylar’ olarak görülmeye başladı. Asıl ürkmemiz gereken de bu kabul ve anlayış! Her konuda günlerce yorum yapan ‘uzman yorumcu’lar bu konuda tek kelime etmiyor. Sebebi, bu ciddî iddialar karşısında bile artık sarsılmaz hale gelmemiz. “Eh, ne olmuş ki? Zaten her yerde rüşvet var. Bundan önce de olmuş, bundan sonra da olur. Bu da unutulur” şeklindeki kabul, mevcut ‘çürüme’nin çok derinlere indiğini gösteriyor.
Bilinen, fakat ifade edilmeyen bir gerçeği tekrar hatırlatalım: Bütün dertlerin olduğu gibi, ‘rüşvet’ tehdit ve tehlikesinin çaresi de ‘İslâmın ter ü taze iman esasları’dır!
“Bizim başka çarelerimiz var” diyenler sadece kendilerini kandırabilir. Çünkü adaletle hükmetmesi gereken bir kişiye, ‘kalplere konulan bir yasakçı’dan başka kim hükmedebilir? Mevcut uygulamalarla rüşvet önlenemediğine göre, insanların kalplerine hükmeden bir yasakçı lâzım. Bu da ancak doğru İslâmı bilmekle, ahiret inancıyla, atılan her adımın hesabının verileceği düşüncesiyle mümkün olabilir. Bu inanç ve düşünceyi de ancak İslâmın ter-ü taze iman esasları verebilir.
O halde, yıllardan beri devam eden tahribe son verip ‘tamir’ için çalışmak gerekir. Bunun ilk adımı da; dinden, İslâmdan korkmamak ve ürkmemekle atılabilir. Hem dinden, İslâmdan ürküp; hem de rüşvet gibi toplumu zehirleyen benzer alışkanlıklardan kurtulmak mümkün değil.
Yönümüzü ve yolumuzu iyi seçelim.
Hâkimler Hâkimi Yaratıcımıza sığınalım...
26.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|