"Gerçekten" haber verir 25 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Selim GÜNDÜZALP

Allah var, keder yok!



Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,

Affet Senden habersiz aldığım her nefesten

N. F. Kısakürek

Sabah kalkıyoruz bir başka, akşama varıyoruz bir başka insanız. Yirmi dört saat içinde hâlimiz, tavrımız o kadar çok değişmelere uğruyor ki, şaşırıp kalıyoruz. Bazen kendimizi bile tanıyamıyoruz. Sözümüz nefsimize geçmiyor, dinletemiyoruz.

Her şey dalga dalga gelip bizi buluyor, kalbimizi derinden yaralıyor. Dünyanın öyle bir mevsimindeyiz. Belki de ahir zaman denilen demdeyiz. Yıllarca kurmaya çalıştığımız bağlar, dengeler, kısa zamanda altüst olabiliyor. Eskilerin belki elli, belki yüz senede yaşadıkları değişimleri, biz bir günde, belki bir gecede yaşıyoruz.

Şükür ki ölüm var, şükür ki kabir var. İnsan kendini ne kadar avutsa ve unutsa da başında bir nöbetçi var. Onun ikazları, onun sarsıntıları, biraz olsun aklımızı başımıza getirmeye ve gözümüzü açmaya sebep olabiliyor. Ölüm de olmasa, ayrılık da olmasa ne yapardık. Dünyanın mahiyeti belli… Aynı zevki bir tadar, bin tadar insan. Fani dünyada ebedî bir zevk yok ki… Ne kadar avunabilir, kendini ne zamana kadar aldatabilir ki insan?

Dertler, mûsibetler, hastalıklar, ayrılıklar, kapıya gelip dayanmadıkları gün yok ki. Rahatça bir gün geçirmeye aman yok ki.

Mesnevî-i Nuriye’den Şule’yi okurken rastladığım şu ifadelerle, Bediüzzaman Hazretlerinin her şeyi çok güzel ve çok yerinde bir tesbit ile özetlediğini gördüm:

“Kâinat hadiselerinden insanın hevâ ve hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan kısımdan daha çoktur.”

İşte bu kadar… Bilen böyle der, bilmeyen ne desin… Bildiğini halktan saklamak derdine düşmemiş. Bilgisini bizlerle paylaşmış. Hem de cömertçe. Her gün kim bilir kaç yüz, kim bilir kaç defa her müşkülümüze, her derdimize Risâleleri ile, fikirleri ile yetişiyor Elhamdülillah. Günahların sel gibi üzerimize aktığı, dertlerin, kederlerin asit olup yaktığı bir zamanda derdimize derman, gönlümüze ne yaman bir şifa oluyor. Okuyan bilir, anlayan mest olur, kendinden geçer.

Şükür ki, her derdin ilâcı, her yaranın devası var. Rabbim dermansız koymamış, bizi yalnız bırakmamış. Her muhtacın duâsını, her dertlinin âhını bilen, işiten gören O. Sadece O.

Her başta bir düşünce, her yaşta binbir düşünce. Dertsiz, tasasız kul yok, ocak yok. Köşe yok, bucak yok. İnsan dertler, kederler hamuru. Hamur ki, pişmek için… Hamur ki, yoğrulmayı, mayalanmayı bekler. Fıtrat hamuruna dert, keder girmedi mi insan bilinmez. Hamla pişmiş bir olur mu?

Yoğrula yoğrula, acılarla kederlerle düşe kalka insan kıvama erer. İnsan, yaradılışın sırrına erer. Sonunda madem ölüm var. Hem madem dert, keder dediğin herkeste var, sade ben de mi? Dayan be yüreğim, dayan be kalbim. Allah de, her yokuşun bir inişi, her girişin bir çıkışı var. Karanlığın saltanatı çok sürmez. Geceden sonra sabah, kıştan sonra bahar var.

Şükür ki ölüm var. Kabir var şükür ki. Asıl dert, asıl keder budur; ne güzel bir sayfa açar önümüze Yunus Emre:

“Yâ Rab! Ne ola hâlim, kabre vardığım gece,

İyi olmazsa amelim, kabre vardığım gece!

Yâ Rab! Yandırma, günahlara bandırma,

Işığımı söndürme, kabre vardığım gece.”

Duâ duâ yükselen bu ses, şifa dağıtan bir nefes olmuş. Hangi dert, hangi keder var ki, ölümden beter.

Allah’ım! Okuduğumda anlamayı, baktığımda ibret almayı, sustuğumda düşünmeyi, konuştuğumda ise Seni anmayı nasip eyle.

Dünyada dertsiz kimse var mı? Sadi Şirazî sana ne güzel cevap verir: “Dünyada dertsiz, kedersiz insan yoktur; eğer varsa o da insan değildir.”

Dünyanın hâli insanın vaziyeti bu.. Kapısını çalmadık dert ve keder eksik olmaz. Mûsibetlere, dertlere ve kederlere samimî bir imandan aldığı güçle ve sabırla, Allah’a tam bir güvenle aşılmayacak hangi engel, hangi mani, hangi dert, hangi keder vardır ki.

Ölüm var şükür ki, ölümle geçilecek ebedî bir âlem var şükür ki. İnsan ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için yaratılmamış. Hayvanlardan farkımız var. Köpek karnı doyunca dermiş:

“Dört ayağım dört direk,

Dert benim neme gerek.”

İnsan böyle değil, her şey ona ilişir, her şey onu yaralar. İnce, nazenin bir kalbimiz vardır. Yıldızsız geceler, güneşsiz günler bile dert olur; o kadar hassastır duygularımız. Kalbimiz, dertlerin, kederlerin evi olmaktan kurtulmak ister. Rabbini arar, O'na yalvarır, O'na yakarır. O zaman korktuklarından emin olur, huzuru bulur.

Ey affı ve merhameti güzel olan Rabbim! Ne olur, affının serinliğini, rahmetinin lâtifliğini ve marifetinin o tatlı sıcaklığını, bizim ruhumuza da duyur ve bizi sevginle, muhabbetinle ve onlarla doyur.

Rabbim, şüphesiz Sen, bizim amelimize ve ibadetimize muhtaç değilsin; ama biz sana muhtacız. Günahlarımız o kadar çok ve Sana olan ihtiyacımız o kadar fazla ki. Rabbim, umudumuz Sensin, huzurumuz Sensin. Mutluluğumuz Sende ve Seninle. Senden başkasını bu gönül nasıl sevsin. Fanî ve geçici güzelliklerin, perdelerini yırt, peçesini kaldır, nefsimize hakikatini göster. Göster de oyalanmayalım gölgelerle, aldanmayalım onlara. Seni her dem anacak bir güzellik, bir şükür ve hamd dili nasip et gönlümüze.

Derdi ve kederi atalım, unutalım…

Ölümü unutmayalım, ama asıl dert, asıl keder onu unutmak. Ondan habersiz yaşamak.. Hz. Peygamber (asm) “Birinizin elbisesi eskidiği gibi, göğsündeki imanı da eskir. Öyle ise Allah’tan (cc) kalbinizdeki imanın yenilenmesini isteyiniz” buyuruyor.

Demek ki, asıl dert, asıl keder bu. Niye bazı zamanlar sabır ve tahammülümüz çok fazla oluyor, onu bu hadis-i şerifin ışığında çok daha iyi anlayabiliriz.

Zayıf ânımız ve zayıf imanımız, manevî hastalıklara yakalanmak için en müsait bir yanımız. Taşlar o zaman yerinden oynuyor. İnsan o zaman sarsılıp yıkılıyor.

Rabbim, düşmekten, ayağımızın sürçmesinden Sana sığınıyoruz. Sen lütfedersen, olmazlar olur, kapalı kapılar açılır, dertler ve kederler yok olur. Sen istersen ateşte gül biter. Sen istersen, kuru dilde hayattar söz biter. Allahım, Seni seven, Seni söyleyen, Senden haber veren dillerimize azap etme. Rahmet dolu, hikmet dolu eserlerine hayretle bakan gözlerimize azap etme…

Şükür ki ölüm var. Şükür ki bir gün Sana kavuşmak var. Hem dünyada kalalım, hem de Senden uzak olalım, yakışır mı hiç. Ölüme gülerek giden, iman elbisesini onarıp giden kullarından eyle. O has kullarından biri de üstadımız Bediüzzaman Hazretleri. Onun kalbiyle ve eserlerinin gözüyle, o büyük gerçeğe biz de nazar edelim. Ne diyordu “İhtiyarlar Risâlesi”nin bir yerinde:

“Kur’ân’dan aldığım feyz ile hariçten tesellî aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve me’yusiyet aldığım noktalar içinde; teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenâb-ı Hakk’a yüzbin şükür olsun ki; ayn-ı dert içinde, dermanı buldum. Ayn-ı zulmet içinde, nuru buldum. Ayn-ı dehşet içinde, teselliyi buldum. En evvel; herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım… Nur-u Kur’ân ile gördüm ki; ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mü’min için asıl sîması nuranîdir, güzeldir gördüm.”

Sekizinci Söz’ü ve Yirminci Mektub’u engin ve zengin bir iman hâli içinde yeniden okuyalım, yeniden mütalâa edelim, yeniden imanın zevkine erelim. Madem Allah var, keder yok, diyelim. En içten ve samimî bir dille ve samimî bir kalple bunu söyleyebilelim.

Son söz:

Saadet Asrından ibretli bir hadise…

Bir gün Kureyşliler, Resûlullah’a doğru bakmışlardı. Resulûllah onlara şöyle buyurdu:

“Sizi, İslâm’a gelip de, Arab’a efendilik etmekten alıkoyan da nedir?”

Şöyle cevap verdiler:

“Ey Muhammed, biz, senin söylediğini anlamıyoruz, işitmiyoruz, kalplerimizde kılıf var.”

Ebu Cehil de tuttu, kendisiyle Resûlullah arasında bir perde çekip:

“Yâ Muhammed! Senin bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kılıflıdır. Kulaklarımızda ağırlık vardır ve Seninle bizim aramızda perde vardır” dedi.

Fakat ertesi gün onlardan yetmiş kişi gelip:

“Ey Muhammed! Bize İslâm’ı anlat” dediler.

Resulûllah anlatınca Müslüman oldular. Resulûllah bunun üzerine, tebessüm edip buyurdu:

“Elhamdülillah! Dün benim dâvetime karşı kalplerinizde kılıf olduğunu, kulaklarınızda da ağırlık bulunduğunu söylüyordunuz. Bugün ise Müslüman oldunuz, bakın.”

Şöyle dediler:

“Yâ Resûlallah! Biz dün yalan söylemişiz. Gerçek öyle olsaydı, biz ebediyen hidayeti bulamazdık.”

Kur’ân-ı Kerîm, buna şöyle işaret eder:

“Dediler ki: Kalplerimiz Senin bizi çağırdığın şeye karşı kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Seninle bizim aramızda bir perde çekilmiştir. Haydi, yap yapacağını, şüphesiz biz de yapacağımızı yapıcılarız.” (Fussilet, 5)

Evet, rahmetli Selâhaddin Şimşek kardeşimin dediği gibi: “Hidayet, O’na doğru yürüyene koşar. Yağmurdan kaçanların kuraktan yakınmaya hakları yoktur.”

Rabbim, affetmek ve tövbelerimizi yenilemek için nice fırsatlar sunuyorsun. Kalplerimizin kabuğunu kır, imanımızın neşesini ve baharını bize duyur. Her gün yeniden doğalım. Hayata her an, lütfettiğin bu iman nimetiyle yeniden başlayalım. Seninle olmak ne güzel Allah’ım. Madem Sen varsın, dert ve keder yok Allah’ım…

25.10.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (18.10.2008) - Sevgi herşeydir

  (11.10.2008) - Gönlüm orada kaldı!

  (04.10.2008) - Bizim bayramlarımız vardı!

  (20.09.2008) - Hayat üç gündür

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır