Allah korkusu
Her şeyden önce iyi bilinmelidir ki, Allah korkusu, bütün iman edenlerin kalplerinde taşıdığı ve diğer insanların da kalplerinde taşıması gerektiği bir duygudur. Ve şüphesiz, Rabbimizi tanımakla, yani onun marifetiyle gelen bir hâldir.
Şu anda içinde bulunduğunuz odada yalnız değilsiniz. Zaten kendinizi en yalnız sandığınız zamanlarda bile siz hiçbir zaman yalnız olmadınız. Allah dâim görüp gözetendir. O, kuluna şah damarından daha yakındır. Ayrıca, Allah’ın görevlendirdiği yazıcı melekler de sürekli sizi izliyorlar. Ağzınızdan bir kelime çıkmasın, hemen yazıyorlar. Her adımınızı, her düşüncenizi, her yaptığınızı, yapmanız gerekip de ertelediğinizi, hepsini eksiksiz kaydediyorlar. Küçük büyük hiçbir şeyi ayırt etmiyorlar. Siz uyuyorsunuz, onlar yine yanınızdalar. Unutmaları ya da yanılmaları mümkün değil, emrolundukları şeyi kusursuzca yapıyorlar.
Hiç hesaba katmadığınız, hatta belki de aklınızdan bile geçirmediğiniz gizli şahitleriniz de var: Elleriniz ve derileriniz...
Hesap günü gelip de bütün şahitler biraraya toplandığında Allah’ın dilemesiyle onlar da konuşacaklar. Eğer Allah’tan korkup sakınanlardan değilseniz sizin aleyhinize şahitlik edecekler.
Kısacası büyük bir olağanüstülük söz konusu ve bütün bunlar büyük bir sessizlik içinde devam edip gidiyor. Ama biz, yazık ki gafil davranabiliyoruz... İşte dünyadayken sizi bir an olsun yalnız bırakmayan bu gibi şahitlerin hepsi, hesap günü sizin için şahitlik yapmak üzere biraraya gelecekler.
Öte yandan size vekil kılınan ölüm melekleri de bekliyorlar. Neyi mi? Size verilmiş olan sürenin dolmasını. Sizin için tayin edilen ecel geldiğinde canınızı onlar teslim alacaklar.
Allah, Kur’ân’da Kendisi’nden korkulmasını emretmiştir: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr Sûresi, 18)
Bütün insanları Allah yaratmıştır ve onları kendilerini bilip tanıdıklarından kat kat daha iyi bilip tanır. Herkesin kalplerinde gizli olanı, gizlinin de gizlisini bilir.
Nefsinin insana ne tür vesveseler verdiğinden, ne tür oyunlar oynayacağından da çok iyi haberdardır. Çünkü nefsi—imtihan için—emmâre, yani kötülüğü emreder tarzda yaratan ve bu kötülükten sakınmayı ilham eden yine Allah’tır. Şeytanı da imtihan ortamının bir parçası olarak yaratmış ve ona bu doğrultuda birtakım özellikler vermiştir. Lâkin Bediüzzaman’ın dediği gibi “Halk-ı şer, şer değil; kesb-i şer şerdir”. Yani şeytanın yaratılması kötü değil; kötü olan ona tabi olmaktır.
Allah korkusu, beraberinde cehennem korkusunu da getirir. Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, bütün sahabiler ve Allah dostları, daima duâlarında Cehennem azabından Allah’a sığınmışlardır. Nitekim Hz. Ömer de (ra) “Eğer ‘Bütün insanlar Cehenneme gidecek, sadece bir kişi Cennetlik olacak’ dense, ‘Acaba ben miyim?’ diye ümitlenirim. Şayet ‘Bütün insanlar Cennete gidecek, sadece bir kişi Cehennemlik olacak’ deseler, ‘Acaba ben miyim?’ diye korkarım” diyerek mü’minin korku ile ümit arasında olması gerektiğini ifade etmiştir.
Şu anda Cehennemin kenarında olsanız ve oradaki dayanılmaz azabı görseniz, onların bir kez daha dünyaya geri dönmek isteyen pişmanlık dolu yalvarışlarını duysanız ve sonra tekrar dünyaya geri döndürülseniz acaba hayatınızda neler değişirdi?
|