enâb-ı Hak, şu kâinatı “her sayfasında yüzer kitap yazılmış” harika bir kitap hükmünde yaratıp her bir harfini binler sanatlarla donatarak akıl ve idrak sahiplerinin nazarlarına sunmuştur.
Bilindiği gibi Risâle-i Nur’da kâinat kitabı ile Kur’ân-ı Kerim arasındaki benzerliğe dikkat çekilir. İkisi de O’nun taklid edilemez bediî sanatı, misilsiz eseri, en yüksek fermanı ve hâkezâ… Birinde her zerre binler harikalıkları ve hikmeti ihtivâ eden sanki bir kitap gibidir. Diğerinde her bir her harf, küfür ve zulümâtı, şirk ve şüpheleri parça parça eden necm-i sâkıbdır, şems-i tâbandır, birer yıldızdır ve güneşlerdir.
Cenâb-ı Hak, “Biz Kur’ân’ı daha iyi anlayabilmeniz için kolaylaştırdık” ferman eder. İns ve cinnin iki cihan saadetine vesile olacak bütün hakikatları en ince detayına kadar ihtivâ eden bir kitabın kolaylaştırılması elbette başlı başına bir mucizedir.
Âlemlerin Rabbi, Kur’ân’ı kolaylaştırdığı gibi kâinat kitabını da kolaylaştırmıştır. Basit bir su ve sade bir toprak ile çeşit çeşit renkte had ve hesaba gelmez bitkileri ve hayvanâtı halk etmiş, birini diğerine rızık yapmıştır. Zerrelerdeki çekimden, suyun akışına ve enerjinin geçişine kadar pek çok şeyde benzerlik halk ederek insanoğlunun eşyayı ve etrafındaki hadiseleri anlayabilmesini kolaylaştırmış ve istifadesini sağlamıştır. Atom ile güneş sistemini aynı modelde yaratarak; bitki, hayvan ve insanların hücreden uzuvlarına kadar bir çok mertebede benzerlikler halk ederek ilim dünyasına büyük bir kolaylık sağlamıştır. Buna benzer daha bir çok misâl verilebilir.
Yine Risâle-i Nur’da muhtelif yerlerde izah edildiği gibi Kur’ân-ı Kerim ve kâinat kitabı ayrı ayrı kendilerini izah ettikleri gibi birbirlerini de izah ederler. Biri diğerine ait âyetleri muhtelif dillerle okur, tefsir eder, esrârını akıl, idrak ve kalb sahiplerine tevdi eder.
Gerçekte kâinata verilen model ve eşyayı tanımadaki usul ile; insanın hem dünya hayatını, hem de âhiret hayatını tanzime vesile olacak hakikatlara olan ihtiyacı benzer modeldedir. Meselâ insanın, hedefini ya da önünü görmek için ışığa, etrafındakileri fark etmek yada olan biteni görmek için de aydınlığa ihtiyacı vardır. Evet insan, renklerin binlerce tonunu harika bir şekilde idrak edip çözümleyen bir çift göz ve yine her bir karakteri ayrı ayrı ölçüp biçen, değerlendiren ve bunları saklayan harika bir beyne sahip olmasına rağmen yine de haricî bir ışığa ihtiyaç duymaktadır.
Kâinat kitabındaki eşyayı ve hadiseleri görmek için nasıl ışık gerekliyse, onlardan çok daha derin ve gizli olan esrârını ve hakikatını anlamak için, okumak; okumak için de mânevî bir ışığa yani nura ihtiyaç vardır.
Gerçekte insan fıtratı eşyayı görmedeki usul ve metot ile, kazandığı sistematik ve mantık silsilesiyle bu tarz bir okumaya zaten hazırdır. Kendi acz ve zaafının ve fıtratındaki hususiyetlerin farkındadır. Her ne kadar bir kısım insanlar kafa fenerlerindeki zahirî zayıf bir ışığa güvenerek eşyayı okumaya çalışsa da; karmakarışık gölgelerden başka bir şey fark edememekte, iç-içe girmiş karanlıklardan kurtulamamaktadırlar.
Mesnevî-i Nuriye’de bu hakikata işaret eden şöyle bir ifade geçmektedir: “Kur’ân’ın âyetleri birbirini tefsir ettiği gibi, bu kitab-ı âlemin de bir kısmı, diğer bir kısmını izah ediyor. Meselâ: Maddiyat âlemi Cenâb-ı Hakk’ın envâr-ı nimetini cezbetmek için hakikî bir ihtiyaç ile şemse muhtaç olduğu gibi, âlem-i maneviyât dahi rahmet-i İlâhiyenin ziyâlarını almak için şems-i nübüvvete muhtaçtır.”
Burada iki husus önemli; birisi, eşyanın esrarını görmek ve hakikatını idrak etmek için nura ihtiyaç vardır. Yirmi Üçüncü Söz’de şu ifadeyle hem insanın bizzat kendisini hem de kâinatı aydınlatan ve ışıklandıran iman nurundan bahsedilmektedir: “İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedaniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor.”
Mesnevî-i Nuriye’den nakledilen ifadedeki dikkat çeken diğer önemli bir husus ise, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ziyasından istifade etmenin de Peygamberimizin (asm) nuruyla mümkün olduğudur.
Evet, eşyanın, musibetlerin, hastalıkların, hayat ve ölüm arasında devam eden değişim ve dönüşümlerin hakikatı ve iç yüzü ancak iman nuruyla okunur; istikbal karanlığından, kabir karanlığına kadar bir çok karanlık ancak o nur ile aydınlanır ve ancak o nur ile insan ruhu, kalbi ve aklı, korku ve endişelerden kurtulup huzur bulabilir.
Acz ve zaaftan mürekkep olmakla birlikte sayısız düşmanlarla çevrili fakat sonsuz emeller besleyen insanoğlu, Âlemlerin Rabbinin rahmet ve merhametini, ancak “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” hitabına mazhar olan Peygamberimizin (asm) nuruyla cezbedebilir.
06.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|