Neden Yeni Asya’yı okuyorum?
Yeni Asya gazetesini yıllardan beri takip etmekteyim. İlk tanıdığım günden itibaren istikrarlı bir şekilde müdâvimi olmuşumdur. Her gün elime almasam, bir ekmek misâli gazetenin sayfalarına dokunup onu koklamasam, ruhumun derinliklerinde bir şeylerin eksik kaldığını hisseder, üzülürüm. Bunun için zor şartlar altında kaldığım günlerde dahi, bir şekilde gazeteye ulaşır, temin etmeye çalışırım.
Tatil sebebiyle şehir dışında olacağım günlerde ise, ev ahalisine gelen gazeteleri bir köşede muhafaza etmelerini tembih eder, bulunduğum bölgede internet vasıtasıyla gazetenin muhtevâsında neler olduğunu öğrenmeye çalışır, vaktimin müsaade ettiği ölçüde köşe yazılarını, makaleleri, röportajları okur, eve avdet ettiğimde ise gazeteyi elime alır, internet vasıtasıyla okuduğum ve hoşuma giden yazıları tekrardan okurum.
Zaman zaman gazetemizde yazıları çıkan ve Yeni Asya ile alâkalı fikirlerini dile getiren Osman Zengin, Ahmet Özdemir vb. ağabeyler yukarıda mücmelen ifade etmeye çalıştığım tarzda, hangi şartlar altında geçmişten bugüne kadar neden Yeni Asya’yı okuduklarını ve Yeni Asya’ya olan sadakatlerini dile getirmekteler.
Ben de bu yazıda; onca yıldır neden başka bir gazeteyi değil de Yeni Asya’yı okuduğumu, bugüne dek neden sebat edip sadakatli davrandığımı maddeler halinde zikretmeye çalışacağım. Güzelliklerin gazeteye ve siz okuyuculara ait olduğunu, nâhoş gözüken bir mânâ oluşursa onun da bana ait olduğunu özellikle belirtmek isterim.
* Sarsıntılar, firaklar, yakarışlar ve yıkılışlar ile geçen hayatımın anlamını bilmeyip gündüzlerimin dahi geceler gibi karanlıklı geçtiği bir sırada; zamanın mânevî şerbeti ve her derdin devâsı olan, insanların akıl, kalp ve ruhunu bir güneş misâli aydınlatan, Zübeyir Ağabeyin ifadesi ile “bu zamanın insanları olan bizler için yazdırılan”, gecelerimin gündüzler gibi aydınlıklı olmasını ve hayatın her ânını anlamlı yaşamamı sağlayan mânâ hazinesi Risâle-i Nurları bana ulaştırdığı, benimsettirdiği ve sevdirdiği için Yeni Asya gazetesini ilk tanıdığım günden itibaren okumaktayım.
* Risâle-i Nurları tanıdıktan sonra derinlemesine ondan istifade etmeye, sönük kalan akıl, kalp ve ruhumu aydınlatmaya, hızlı bir süreç ile mânevî eksikliklerimi Risâle-i Nur dükkânından tedârik edip kendimi donanımlı hissettikten sonra; eskiden hiç değer vermediğim hayata ve hayatın içindeki bütün mevcudâta değer vermeye başladım. Yeni Asya’nın da Risâle-i Nurlara değer veren bir gazete olduğunu bilfiil müşahede ettiğimden, gazeteye değer vermeye, içerisindeki hakikatleri okuyup yaşayarak da kendime değer katmaya başladım.
* Bir insanın gözlerini hayata açtığı, doğduğu şehir memleketi olarak kütüğe geçer. Risâle-i Nurları tanımadan evvel her şeyi maddede aradığım, dolayısıyla mânâyı göremediğim için bir nevî ölü hükmündeydim. Çünkü hayatım gittikçe sönmekteydi. Ceset, kalp ve ruhuma hayat katan Risâle-i Nurları Yeni Asya vesilesiyle tanıdığımdan, diğer bir ifadeyle mânevî anlamda gözümü Yeni Asya şehrinde açtığımdan fikirlerimin dili olan Yeni Asya gazetesini mütemâdiyen okumaktayım.
* Yeni Asya’nın Risâle-i Nur’un “hakiki naşir-i efkârı” olduğu, başta lâhika sayfası olmak üzere bütün muhtevâsında görülmektedir. İmanla kabre girip girmeme meselesi bütün insanlık için önem arz etmektedir. Risâle-i Nur’un matbuât lisânı olan Yeni Asya Gazetesi büyük bir efor sarf ederek insanların imanının kurtulmasına hizmet ettiğinden ben de bir okuyucu olarak istifade ve istifaza etmeye çalışıyorum.
* Risâle-i Nurları tanıdığım ilk zamanlar, içerisindeki derin mânâları anlamakta zorluk çekmekteydim. Zorlandığım konuların şerh ve izahını Yeni Asya’da okudukça Nurları anlamam bir derece daha kolaylaştı. (Aradan onca zaman geçmesine rağmen bugün hâlâ aynı şekilde Nurların şerh ve izahı muhtelif yazarlar tarafından yapılmakta ve benim konumumda olan birçok kişinin Risâle-i Nurları anlamasına yardımcı olunmaktadır).
Daha belki onlarca, yüzlerce madde yazabilirim, neden Yeni Asya gazetesini okuduğuma dair… Ama bunun cevabını en güzel şekilde Yeni Asya gazetesinin lisan-ı hâli vermektedir…
[email protected]
|
ÖZKAN ERDEM
06.11.2008
|
|
Duydunuz mu? Baykal, Atatürk’e “adam” demiş!
Şu Türkiye garip bir memleket vesselâm. Her şeyin, adamına göre muâmele yapıldığı başka bir devlet var mı yeryüzünde bilmem?
Bundan bir müddet önce, demokrat ve hakperest Prof. Dr. Atilla Yayla bir toplantıda yaptığı konuşmanın içinde Atatürk’e “bu adam” dediği için kızılca kıyamet kopartılmış, hakkında dava açılmış, devrimbaz düzenbazlar, dünyayı ayağa kaldırmıştı.
Bir internet sitesinden okuduğum habere göre, “Mustafa” diye bir film yapılmış ve Mustafa Kemal’i anlatıyormuş. Herhalde baktılar ki; “Atatürk, Kemal veya Kemalizm” isimleri halkın ekseriyeti tarafından anlaşılamamış, herkes tarafından bilinen ve kabul gören, Türk’ünün de, Kürt’ünün de ortak isimleri olan Mustafa’yı kullanarak nakşolmayan zihinlere de nakşedecekler.
Neyse, işte bu film dolayısıyla, herkes görüşünü serdediyor. Deniz Baykal da konuşmuş, her zaman konuştuğu gibi. O da görüşlerini bildirmiş. Konuşmasının içinde bir cümle dikkatimizi çekti bize bu yazıyı yazdıran: “…Atatürk gibi bir adamın….” Bu kısmı okuyunca hem şaşırdım, hem de tebessüm ettim.
Evet, Baykal, Atatürk’e “adam” demişti. “Eee, ne var bunda?” diyenler olabilir. Bir şey yok elbette. Erkeğe “kadın” denmez ya. Ama, benzer bir ifadeyi Atilla Yayla söyleyince suç, Baykal söyleyince bir şey yok. Nasıl oluyor böyle? Eğer, bir memlekette kanun, nizam şahıslara göre uygulanıyorsa, yani adamına göre muamele yapılıyorsa, millet yandı o zaman.
Zaten dikkat ederseniz, başkaları söyleyince suç unsuru olan kelâmları, Baykal’ın bu kaçıncı söyleyişi. Ama suç değil, çünkü Baykal söylemiş. Bundan birkaç sene önce hatırlarsanız, hippi kılıklı bir genç Atatürk posterini ayaklarıyla çiğnemiş, TV’den de cümle âlem seyretmişti. Duyduğumuza göre de, kimse bir şey söylememişti. Acaba o zaman Nusret Demiral’lar, Nuh Mete Yüksel’ler savcı değil miydi? Ama, en küçük bir yan bakmayı başka biri yapsa (nitekim geçenlerde başörtülü bir kızı TV’de tongaya düşürüp konuşturduklarında meydana gelen fırtınayı unutmadık) yer yerinden oynar.
Bizim derdimiz şahıslar değil aslında. Ama, kanun ve nizamlar adamına göre işletilince, insanoğlu ister istemez, haksızlığa karşı konuşmak durumunda kalıyor.
[email protected]
|
OSMAN ZENGİN
06.11.2008
|