AK Parti neden zorlanıyor anladım
Doğrusu kimse 22 Temmuz seçimlerinden; her iki yurttaştan birinin oyunu alarak, 27 Nisan muhtıra kepazeliğini aşarak, Cumhurbaşkanlığı ayak oyunlarını geride ve etkisiz bırakarak çıkan bir AK Parti’nin aradan geçen yaklaşık bir buçuk senede bu denli patinaj yapacağını beklemiyordu.
Benim, 22 Temmuz’da AK Parti’ye oy veren bir yurttaş olarak beklentim 27 Nisan sürecinin geride bırakılmasıyla AK Parti çoğunluklu TBMM’nin yeni bir anayasaya, AB sürecinin gerektirdiği reformlara, yapısal ekonomik dönüşümlere, mesela kayıtdışı ekonomiyle mücadeleye odaklanması idi.
Ne hikmettir bilinmez olmadı, olamadı. Bizler de bu olmama, olamama meselesini anlamaya çalıştık, hepimiz büyük siyasi desteğe rağmen ortaya çıkan patinajı yorumlamaya, bir tarafından izah etmeye gayret ettik.
Dört dörtlük bir sonuca ulaştığımızı kimse söyleyemez.
Ama ben kendi adıma bu sorunun kökeninin ne olduğunu nihayet dün ekranlara göz atarken anladım.
Sarah Ferguson sözde diplomatik rezaleti ve bu olaydan sonra AK Parti’li yetkililerin açıklamaları AK Parti’nin neden 22 Temmuz sonrası patinaj yaptığının tartışmasız delillerini bana sundu.
Olay 3 kasım günü ekranlara yansıdı; İngiltere Kraliçesi’nin eski gelini Sarah Ferguson, sanki başka işi gücü yokmuş gibi, Buckingham Sarayı çevresinde konken partilerine ya da altın günlerine katılacağına çocuk problemlerine kafayı taktı, kalktı geldi, başka ülkelerde de aynı şeyi yapıyor, ve tebdil-i kıyafetle (çok önemli bir TV kanalı haberi ‘tebdilli kıyafet’ diye verdi) bizim engelli çocuk yuvalarını gezdi, üstelik gördüklerinden ağladı ve hatta yine bizimkilerden birinin ifadesiyle haddini de aşarak gizli kamerayla görüntü aldı ve bunları İngiltere’ye yolladı.
Görüntüler muhtemelen Cuma akşamı İngiltere’de seyredilecek.
Prenses Diana da kara mayınlarına kafayı takmış idi.
Olayın duyulmasıyla beraber Türkiye’de siyaset ve bürokrasi tepki vermeye başladı. Ama tepkinin yoğunlaştığı alan nedense görüntüler değil de Prenses Ferguson’ın gizli kamerayla çekim yapması oldu.
İlgili bürokrasiyi anlayabiliyorum, suç üstü yakalanmanın ve hatta bir Prenses’e suçüstü yakalanmanın telaşıyla yani işlerin büyüme ihtimaline karşı çırpınarak açıklamalar yapmaya, görüntülerin doğru olmadığını ifade etmeye çalıştılar; çok önemli değil.
Ancak, iki Bakan, Sayın Babacan ve Sayın Çubukçu meselenin diplomatik skandal boyutunu ön plana çıkardılar.
Ve ben de Sayın Babacan’ı ve Sayın Çubukçu’yu izlerken AK Parti’nin bir süredir neden patinaj yaptığını çok net gördüm.
AK Parti artık meselelere devlet ağzıyla yaklaşmaktadır (provokasyon, art niyet vs.) ve bu nedenden patinaj başlamıştır.
Rahmetli Hrant Dink bir sohbette, yanılmıyorsam 2003 yerel seçimlerinin hemen arkasından, AK Parti’nin başarısının anahtarının iktidarda muhalefet söylemini sürdürmek olduğunu söylemiş idi; çok doğru bir tespit idi ama maalesef Hrant bugün bu iktidardaki muhalefet söyleminin yerini devlet söyleminin aldığını göremedi.
Sarah Ferguson çok önemli ve başarılı bir iş yapmıştır; olayın kendisi ortada dururken Ferguson’ın diplomatik teamüllere uymamasının eleştirilmesini anlamak mümkün değildir.
2003 ve 2007’de oy verdiğim AK Parti’den benim şahsi ama anlaşılan naif beklentim bu olay üzerine Ferguson’a kamuoyu önünde teşekkür edilmesi ve görüntüleri çekenin değil görüntülerin üzerine gidileceğinin güçlü ifadesiydi.
Oysa, Sayın Çubukçu, Üzmez meselesine göstermediği tepkiyi bu görüntülere gösterdi ve inanılmaz bir biçimde Ferguson’ı art niyetli (!!!) olmakla suçladı ve hatta İngiltere’ye bir ekip gönderilip bu görüntülerin Türkiye’de çekilip çekilmediğinin araştırılacağını söyledi.
Türkiye seçmeni, çok net görüyorum, biliyorum, devlet söyleminden etkilenir ama sıra oy vermeye geldiğinde bu söyleme oy verirken çekingen davranır.
AK Parti devlet söylemine yaklaşmaktadır ve iktidardaki muhalefet üslubu değişmiştir.
Bu konu önce Şemdinli’de sonra Aktütün’de kendini gösterdi.
Ferguson olayı ise bence tüy dikti.
Star, 5.11.2008
|
Mustafa tartışmaları
Hürriyet’ten Yılmaz Özdil, “Mustafa’ya gittim” başlığını koymuş yazısına.
Altına da “Mustafa’daki Mustafa bu” diye döşenmiş. İşte onun Can Dündar’ın Mustafa’sında gördükleri: “Sarhoş. Kafayı bulunca ağlayan... Hoyrat. Soğuk. Kalpsiz. Çevresine eziyet eden... İtiraz edeni asan... Arkadaşlarını satan...
Goygoycuların dolduruşuna gelen...
Milletten bihaber. Hatta milleti küçümseyen...
Alay eden. Hesabını kitabını bilmeyen...
Batı hayranı. Sefa düşkünü. O balo senin... Bu balo benim, gezen. Zampara. Cephede bile karı-kız düşünen... Savaşmadığı için sıkılan...
Ordu varken, çete kurmaya kalkan... Devrimleri intikam için yapan... Dinsiz. Kendi heykellerini diktiren... Megaloman. Bencil. Günde 3 paket sigara içen. Usul usul intihar eden... Psikolojik bunalımda... Yalnız. Çaresiz. Basiretsiz. Zavallı bir adam.
Mustafa’daki Mustafa bu.
Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri...
Başkomutanlık Meydan Muharebesi desen...
Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.”
Peki gerçekten bu mu Mustafa’daki Mustafa?
(...)
Mesela Hakkı Devrim’in Radikal’deki sütununda, Rahmi Turan’dan naklen bir Atatürk hikayesi anlatılıyor:
“Bursa’da Çelik Palas Oteli’ndeyiz. Harika bir sofra, davetliler arasında Münir Nurettin Bey de oturuyor. Yemeğe ve rakılar içilmeye başlandı. Bir ara Atatürk, elini arka cebine atarak silahını çıkarıp Münir Nurettin’e dönerek: “- Münir Bey sesin çok güzel, çok yüksek perdeden de söylüyorsun. Bakalım cesaretin de yüksek mi? Şu rakı bardağını al da başının üzerine koy, demez mi?” “Sofradakiler heyecanlanmış. Ama Münir Nurettin hiç tereddüt etmeden söyleneni yapmış. Atatürk nişan almış, şaka etmediği de anlaşılmış. “Paaat!” bir silah sesi ve Münir’in hemen arkasındaki direkte bir kurşun izi...
Münir kalıp gibi, kılını kıpırdatmadan oturmaya devam ediyor. Atatürk de ona “Hadi şimdi güzel bir şarkı oku da neşelenelim!” diyor. “Ve şu cümle: Meğer Atatürk tetiği çekerken silahı yukarıya doğru tutmuş.”
Böyle bir “devlet başkanı” profili, tabii ki, bugünün insanının tahammül edeceği bir profil değildir. Onun için Atatürk, insani zeminden çıkarılıp, efsanevi kişiliği ile var kılınıyor. İnsan yanıyla sunulduğunda da, “yıkılır” endişesi ortaya çıkıyor.
Tartışma bunun tartışması. Bu tartışmada yeni durum, aslında Kemalist dünyada var olduğu düşünülen insanların yeni Atatürk profilleri çizmek üzere harekete geçmiş olmaları...
Vaktiyle Kemal Tahir tepki görmüştü. Sonra sonra “Atatürk değil mi yapar yapar, ne yapsa ona yakışır” savunmaları oldu. İpek Çalışlar’ın Latife’si, belki de kitap halinde bulunduğu için hazmedildi. Ama Can Dündar, olayı film ortamına taşıdığı ve burada daha etkili bir zaaf görüntüsü algılandığı için Brütüs rolünde görünüyor. Türkcell ipten dönmüş sayılır. Peki ya sponsor olan Sabancılar ne diyor bu işe? Zor mesele bu mesele. İletişim çağında korumalı alan oluşturmak zorun zoru.
Bugün, 5.11.2008
|