Buraya kadar da şans eseri hep yeşil ışığa rastlamıştık. Fakat o da ne? Yanımdaki araba yavaşlayınca ben de yavaşladım, o durunca ben de durdum, hem de gerekçesini fark ederek… Arkamızdaki arabalar da bize bakarak peş peşe durdular. Halbuki yeşil ışıkta durarak trafiğin akışını aksattığımız için kornalara basarak ortalığı velveleye vermeliydiler.
Ama onlar da bizim gibi, yola giren ihtiyarı fark etmişlerdi. Meğer yaşlı adam, yayalara yeşil, araçlara kırmızı yandığı zaman yola girmiş, henüz yaya geçidini yarılamadan süre bitmiş, yayaların ışığı kırmızıya, araçların yeşile dönmüştü.
Aslında biz pekâlâ geçip gidebilirdik. Nihayet o, iki geniş yol arasındaki kaldırıma çıkıp bizim tarafa adımını attığı zaman yeşil ışık onun imdadına yetişti. Hoş öyle olmasaydı da biz ona yol vermiştik. Hem zaten o çok yavaş gidişiyle yolunu yarılamadan ona kırmızı, bize yeşil yandı. Yolunu bitirmek üzereyken bize tekrar kırmızı yandı. Böylece biz o yaşlı adamın yüzünden, üçüncü yeşilde ancak yolumuza devam edebildik.
Siz o yaşlı adamı görseydiniz, aynı şeyi yapardınız. Onun o halini görerek, hiç usanmadan zevkle beklerdiniz. Bu uzun anlatımdan da usanmamanızı dilerim. Basit gibi görünen küçük olayı bu kadar detaylı anlatışımın iki sebebi vardır.
Birincisi: Avrupa’da yayalara gösterilen saygıyı vurgulamak.
İkincisi: O çok yaşlı adamın halini seyrederken zihnime takılan mesele…
Yaşını doksan civarında tahmin ettiğimiz bu ihtiyar; rükûa varmış gibi haliyle, sol elini bükmüş beline koyarak, sağ elini ve şehadet parmağını da bize karşı, müsaade istercesine havaya kaldırarak, çok yavaş ve küçük adımlarla ayaklarını sürükleyerek ilerliyordu.
Hal ve vücut diliyle şöyle diyordu sanki:
“Biliyorum, trafik kanununa göre, şu anda beni ezip geçseniz bile suçlu sayılmazsınız. Çünkü size yeşil, bana kırmızı yanıyor. Ama bir kere bu yaya geçidine girdim artık. Bu geçiş süresi bana göre değil, sağlıklı ve dinç insanlara göre ayarlanmış. İşte süre bitti. Şu andan itibaren geri dönsem bile, bir o kadar sizi bekletmiş olacağım. En iyisi müsaade edin de şu yolumu bitireyim. Bakınız, bu yaşıma rağmen, sağ kolumu ve işaret parmağımı havaya kaldırıyorum, adeta size yalvarıyorum. Belimin büküklüğünü, başımın nasıl sallandığını, ayaklarımın nasıl sürüklendiğini görüyor, vücudumun nasıl titrediğini, dizlerimin takatsizliğini tahmin ediyorsunuz. Bir zamanlar ben de sizin gibi atladım mı arabaya gaza basıp giderdim. Eğer ömrünüz olursa siz de benim bu durumuma düşeceksiniz. Şimdi karar sizindir. İsterseniz kanun ve kuralların size verdiği yetkiye dayanarak, beni hiçe sayarak gaza basıp geçersiniz; isterseniz vicdanınızın, kalbinizin ve aklınızın sesine kulak verip bana bir geçiş hakkı (kurallar tanımadığı halde) tanırsınız.”
Bu yaşlı adamın hali ve hal diliyle geçiş hakkı istemesi, ne hikmetse, bana başörtüsü mağdurlarını hatırlattı. Aslında onlar da bu yaşlı adamın haline bürünseler, kendilerini dünya kamuoyuna ve bilumum ehl-i insaf ve ehl-i vicdana daha etkili bir dille anlatmış olacaklar. Belki o zaman onların, örtüleriyle birlikte okumalarına ve görev yapmalarına engel teşkil eden kurallar dize gelecek, kültür ve gelenekler susacak, yasaklar kalkacak, kırmızı ışıklarda bile “buyurun, geçiniz” denilecek; itfaiye arabalarına ve ambulanslara denildiği gibi…
Bir şartla ki, onlar herhangi bir siyasî, dünyevî ve maddî güce dayandıklarını ima bile etmeyecekler. “Ben iktidara gelirsem rektörler sizin karşınızda selâma duracaklar” diyenlere inanmayacaklar. “Biz meseleleri ürkekçe değil, erkekçe çözeriz” diyenlere aldanmayacaklar. Tek başına iktidara gelenlere ve gelecek olanlara bel bağlamayacaklar. Hatta AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’nden bile medet ummayacaklar. Bu ülkede olmadıysa, gider başka bir ülkede okuruz, sevdasına kapılmayacaklar. İmkânı olanların Amerika’larda, Avrupa’larda okuduklarına kulak asmayacaklar. Viyana kapılarının da bir gün kendilerine kapanabileceğini hesaba katacaklar. Ve bazılarının zannettiği siyasî bir simge ve siyasî bir malzeme imajından başörtüsünü koruyacaklar. Ve şöyle diyecekler:
“Örtünmeyi dinimizin emri bildiğimiz ve böyle inandığımız için örtünüyoruz. Bu kıyafetimizle ilim öğrenmek istiyoruz. Ne olursunuz engel olmayınız. Bizim siyasî bir maksadımız yoktur.”
Sizler, ey böyle giyinen ve böyle düşünen kızlarımız!
Bu dünyada size de ayrılmış bir geçit vardır elbette. Dünyanın insaf, vicdan, inanç ve akl-ı selim sahibi insanlarının gözleri önünde, parmağınızı kaldırıp onlardan müsaade isteyerek yolunuza girin bakalım. Siz o yaşlı adamdan daha az çaresiz değilsiniz!
NOT: Yazının akışına ilişemedim, ama belirtmek isterim ki, başörtüleri sebebiyle bazı haklardan mahrum bırakılan hanım kardeşlerimizin, demokratik bir mücadele vermeleri, basın ve her türlü iletişim araçlarını kullanarak seslerini duyurmaları, sivil toplum örgütlerini ve kamuoyunu arkalarına almaları, yukardaki “ihtiyar” misaliyle tavsiye ettiğim yolun dahilindedir. Siyasîlerin aleti olmaktan kendilerini korusunlar yeter!
06.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|