Kâinatta abes, çirkin, mânâsız ve hikmetsiz hiçbir şeyin olmadığına inanıyoruz. Gerek gaflet ve gerekse bir vurdumduymazlık içinde, kâinatın sahibi Cenâb-ı Allah’ın sonsuz kudretiyle var ettiği bir çok bitki, sırlarına ulaşılmadan göçüp gidiyor. Kargo servislerine gelen, göndericinin ve alıcının belli olduğu paketlerin kargo yetkililerince açılmadığı ve bilinmediği gibi.
Beşeriyete Hâlıkını tarif eden, öğreten, kudretini müşahede ettiren “üç küllî muarriften” birisi kâinat kitabıdır. Kâinat kitabını niye okumayalım? Okumaktaki faydayı ve okumamazlıktaki zararı görmek lâzım. Bu itibarla kâinat kitabının yapraklarını, çiçeklerini okumak; her gün yeniden doğan güneş ve ardı ardına gelen rengârenk mevsimler gibidir. Sırlar, hikmetler, gayeler, lütuflar, ikramlar görülüyor pencerelerden, yapraklardan, çiçeklerden… Kâinatın içinde, kâinatın en münevver meyvesini veren ve içinde misafir eden dünyamıza dikkatle ve uydudan bakıldığında rengârenk... Bir ucundan bir ucuna bambaşka tablolar ve sergiler... Tabiat ve doğa diye adlandırmak, serginin ve tablonun Sahib-i Hakîkîsine en azından hakarettir ve cehaletin bariz bir örneğidir.
Bediüzzaman Hazretleri “üç küllî muarriften” bir diğeri olan Kur’ân’ı tarif ederken şu hususlarda bize ışık saçıyor: “Kur’ân, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi, ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi… ve şehadet kitabının müfessiri, ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşâfı, ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakâikin miftahı, hem bir kitab-ı duâ, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı fikir... ve mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semâvîdir.”1
Kur’ân-ı Hakîm müteaddit âyetlerde bitkilerden, meyvelerden ve hububâttan bahsediyor ve Cenâb-ı Lemyezel ve Şâfi-i Hakîkî onların önemini aklımıza açıyor. Elbette bizler de bu açıdan ve bu tarikte çalışmamız lâzımdır. Biz bu çalışmamızı ortaya koyarken, “Modern Tıb dünyasının tedavi usullerini bırakın, bizim anlatacağımız bitki, sebze, meyve ve Kur’ân’da zikredilen diğer şeylerle tedavi olun!” demek istemiyoruz. Bizim temenni ve hedefimiz, şahsımın da daima kullandığı ve faydasını gördüğü, fakat üstü tozlanan bu maddeler üzerine eczacılarımızın, eğitim dünyasının ve hâssaten tıp dünyasının eğilmesi, gerekli deneylerin yapılması, merhem, macun, tablet, şurup veya damla olarak halka arz ve tavsiye edilmesidir.
Kâinatın en büyük âyeti ve yaratılışının sebebi olan Fahr-ı Kâinat Efendimize (asm) bütün eşyanın mahiyeti Rabb-ı Rahim tarafından bizler için öğretilmiştir. “Tıbb-ı Nebevî” olarak isimlendirilen bu dal üzerine Efendimizin (asm) 14 asır önce söylediklerini ve zâtında uygulamasını, kullanılmasında büyük şifaların olduğunu bugün batı dünyası hayretle karşılıyor ve tasdik ediyor. İncir böyle, zeytin böyle, kabak böyle, çörek otu ve emsâli nebâtât böyle...
En başta bu ilaçların tesiri için “Ben bununla ve izn-i İlâhî ile ve Cenâb-ı Allah’ın Şâfî isminin tecellisi ile şifa bulacağım” duâ ve temennisi şarttır, yoksa tesirâtı zor görülmektedir. Çünkü müşahedem odur ki; “Ben kanseri yeneceğim, ben hasta değilim” inanç ve azmi neticesinde, hakikaten çok ağır hastalar kurtulmuşlardır. Bu itibarla takdim edilen bitki, meyve ve sebzelere O’nun adı ile Şâfii Hakikî’yi tefekkür ederek ve şifa bulacağına inanarak yönelmek, ruhta ve bedende muhteşem gelişmeleri gösterecektir inşaallah.
Sebze, hububat ve bitki ilaçları dar gelirliler için çok ekonomik ve iktisatlı. İlaçların yanına varılamadığı ve doktor muayene fiyatlarından ürküldüğü bu dönemde, halkın aktarlara dönmesi yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada cereyan etmektedir. Tıp dünyası da bu nevî çalışmalara kendini mecbur hissetmektedir. “Eski yıllarda okul çocuklarının ceplerini kuru incir ile dolduran anneler, ne yazık ki; bugün çikolata ve abur-cubur ile dolduruyorlar ve çocuklar da hastalıktan kurtulamıyorlar.”2
Dipnotlar:
1- B.S.Nursî, Sözler, 25. Söz
2- Dr. Haluk Nurbaki.
31.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|