En başta, ‘eğer doğru ise’ kaydını koyarak bir çelişkiye dikkat çekmek gerekiyor. “Eğer doğru ise” Genelkurmay Başkanlığı tarafından Bakanlar Kuruluna verilen birifingde “Doğu ve Güneydoğu’da camilerdeki boş din görevlisi kadroları bir an önce doldurulmalı.
Bölgede imamsız cami bırakılmamalı” denilmiş. (Yeni Şafak, 30 Ekim 2008)
Dün bazı gazetelerde yer alan ‘öneri’lerde başka maddeler de var, ancak özellikle bu madde yaşanan bir çelişkiye dikkat çekiyor. Gerçi bir ‘yetkili’ toplantıda tamı tamına böyle bir beyan olmadığını ifade etti, ama geçmiş yıllarda benzer ‘çare’ler dile gitirildiği için yaşanan çelişkiye dikkat çekmekte bir beis yok.
Şunu herkes bilir ve takdir eder ki, milletimiz dinine, inancına sahiptir ve mümkün olduğu kadar ‘gerekleri’ni yerine getirmeye çalışır. İslâmın emir ve yasakları yerine getiremeyenler dahi, “Keşke imkân olsa, ben de bu gerekleri yerine getirebilsem” der.
Bu durum bütün Türkiye’de geçerli olduğu gibi, bilhassa Anadolu’da daha da yaygındır. Tarihte yaşanan hadiseler de buna delildir. Kısaca hatırlamak lâzım: Geçmiş yıllarda ‘isyan’ eden bir grup, “Kaymakamımız namaz kılmıyor. Böyle insanlara nasıl itimat edeceğiz” demiştir. Üstelik (bilmânâ) bunu söyleyen isyancılar da eşkiya imiş! (Bkz: Tarihçe-i Hayat, Sayfa 125)
12 Eylül ihtilâlinden sonra da uzun süre Güneydoğu’da uçaklardan ‘âyetli-hadisli’ bildiriler atıldığı biliniyor. Tamam, terörü önlemek insanları ‘ikna’ etmek lâzım ve bunun için âyet ve hadislerden istifade etmek şart. Fakat Türkiye’nin bir ilinde böyle yapıp, başka bir ilinde -meselâ- Kur’ân öğrenenlerden gocunmak neyin nesi? Çocukların Kur’ân öğrenmesine bile yaş sınırı getirip, her türlü engeli çıkar; öte yandan da terörü önlemek için ‘âyet-hadis’li bildiriler dağıt! Bu çelişkinin izah edilmesi mümkün mü?
Yine tekrarlayalım: Bakanlar Kurulu toplantısında konuşulduğu ifade edilen maddeler (konuşulmamış olsa da netice değişmez) derin çelişkilerimizi hatırlatıyor. Türkiye pek çok sıkıntısını milletiyle barışarak aşabilir. Bunun ilk adımı da milletin inancına saygıdan geçer.
Bakınız, 29 Ekim 2008 günü her yıl olduğu gibi bu yıl da cumhuriyet bayramı kutlamaları yapıldı. Gazetelere yansıyan bazı haberler de bu çelişkiyi ortaya koydu. Başka hiç bir dert yokmuş gibi, bazılarının işi gücü başörtülülere zorluk çıkarmak. Cumhurbaşkanı bile ‘eşli’ ve ‘eşsiz’ toplantı/resepsiyon düzenliyor. Bir ilimizde başarılı oldukları halde sırf başı örtülü diye ‘birinci’lere ödül verilmiyor. Başka bir yerde başörtülü oldukları için hanımlar ‘resmî geçit’e alınmıyor v.s.
Tabiî ki bu uygulamalar da ilk defa olmuyor. Ama yıllardan beri devam eden bu çelişkilerle bir yere varmak mümkün değil.
İlk adım, devletin milletiyle barışması ve kaynaşmasıdır. Bunun için adım atmamakta direnenler Türkiye’ye haksızlık ediyor. Bu çelişkilerin uzun süre devam etmesi mümkün olabilir mi?
31.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|