"Gerçekten" haber verir 30 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Kemalizm kalmadı, Mustafaizm verelim

Can Dündar’ın Atatürk’ün hayatını anlatan belgesel-filmi Mustafa bugün vizyona giriyor. Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına yetiştirilen film şimdiden gayri-resmî film muamelesi görmeye başladı bile.

Önceki gün Dolmabahçe Sarayı’ndaki filmin galasına katılan yıldızlar listesi (Büyükanıt, Sabih Kanadoğlu, Gülben Ergen, Aysun Kayacı gibi bir çeşitlilik) Mustafa’yı izlemenin kaçılamayacak bir nevi vatan borcu olacağının ilk işaretleri.

Bugün itibarıyla sinemalara doğru ilk, orta ve lise hükmündeki üniversitelerden okul gezilerinin başlayacağını, filmi izlemiş olma zorunluluğunun yeni dönem müfredata gireceğini, DVD’si çıkar çıkmaz her okulun demirbaş listesinde yerini alacağını tahmin etmek de güç değil.

Can Dündar film ile ilgili röportajlarında Atatürk hakkındaki aşamadığımız tabulardan, klişelerden şikâyet ediyor. Ona göre “Mustafa” adı da filmin zaafları, hırsları, kusurları ve yalnızlığı ile insan Atatürk’ü anlatma gayretinin bir göstergesi.

Aslında Atatürk ile ilgili bu tabulardan söz etmek artık ne kadar mümkün bilemiyorum. Resmî tarihi deşifre eden yeni bir tarihçilik anlayışı Türkiye entelektüel hayatına ve iyi tarih bölümlerine uzun yıllardır hâkim zaten. Resmî tarihçilik ise ancak devlet güdümündeki kurumlarda ve bazı taşra üniversitelerinde yaşatılmaya çalışılıyor.

Ayrıca insan Atatürk de artık bize öyle çok da yabancı değil. 90’lardan itibaren yine Can Dündar’ın belgeselleri {Fikriye, Sarı Zeybek) sayesinde “insan Atatürk” ile de yakinen tanıştırıldık. Çapkın, çok içen, dans seven, yalnız, hüzünlü Atatürk ile.

Hatta bugünkü popüler Kemalizm’in üzerinden tevatür ve rivayetten ibaret o sığ ideolojik tortuyu kazıdığınızda geriye o belgesellerdeki “insan Atatürk” ile kurulan duygusal ilişkiden başka bir şey de kalmayabilir. Kaşlarını çatmış bizi izleyen Ulu Önder Atatürk’ten sevimli yanaklarını sıkasımız gelen öksüz Mustafa’ya kolay gelmedik tabii.

Mesut Yeğen’in Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce serisinin Kemalizm cildindeki Hegemonya ve Kemalizm adlı makalesinde olağanüstü bir biçimde anlattığı gibi 1930’ların Kemalizm’i radikal sekülarizm, etnisist milliyetçilik ve otoriter merkeziyetçilik sacağayı üzerine kurulu, tüm gayretlerine rağmen toplumda karşılık bulamamış bir iktidar ideolojisiydi. O yüzden 1950’de yenilgiye uğradı. Ama Batılı-ulusal-seküler bir toplum ve devlet projesi olarak varlığını korudu. Yeni adı da artık Atatürkçülüktü.

1960’larda yükselen sol, anti-emperyalistyeni bir Atatürk’te siyasal meşruiyetini aradı. (Her ne kadar Atatürk tüm bu “emperyalist” ülkelerde, sokaktaki insanlar tarafından bile “Modern Türkiye’nin kurucusu” olarak bilinip, çok sevilse de.) 80 darbesi bu Atatürk’ü de beğenmeyip depoya kaldırdı ve kendi Atatürk’ünü yarattı. Bu Atatürk, o yıllarda her yere asılan kürklü kabanlı o meşhur Atatürk resmi gibi o kadar can sıkıcı, öylesine iç bunaltıcı resmî bir Atatürk’tü ki, o yıllarda gayri-resmî tarih zirve yaparken, 90’ların başında artık Atatürkçülük dibe vurmuştu.

Ta ki Refah Partisi’nin yerel seçim başarıları ve Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle yükselen laik duyarlılıklarla Atatürk’ün bir popüler kültür imgesi olarak yeniden keşfedilmesine kadar. Atatürkçü Düşünce Dernekleri, ÇYDD’ler öncülüğünde diğer laik aydın cinayetleriyle arada alevi harlanan, 28 Şubat ile zirve yapan bu yeni “Rozet Atatürkçülüğü”, Kemalizm’i belki de tarihinde ilk kez popüler bir ideoloji yaptı, orta-üst sınıfları mobilize etmeyi başardı.

İşte Can Dündar tam da bu yeni nesil Atatürkçfilerin/ Atatürkçülüğün ihtiyaçlarını karşılayan başarılı işlere imza attı. Talep mi arzı doğurdu, arz mı talebi yönlendirdi bilmiyoruz. Artık taşınması ağır, bu çağda savunulması güç Kemalizm’in ideolojik yüklerinden kurtulmuş “İnsan Atatürk” ile Can Dündar, Türkiye’de nefessiz bırakılmış resmî ideolojiye bir hayat öpücüğü verdi.

Tıpkı Mustafa’nın bugün yapacağı gibi.

“Mustafa” Kemalizm’in belki tarihinin en derin krizinden geçtiği günlerde vizyona giriyor.

Tam da ülkenin en ünlü Kemalistleri darbeci, ırkçı, karanlık bir örgüt olan Ergenekon’un üyesi olmaktan yargılanırken... Tam da Atatürk, Ergenekon davası önünde ırkçı, totaliter sloganlar atan öfkeli grupların dövizlerine düşmüşken. Tam da marjinal, korkutucu, dünya gerçeklerinden kopuk bir Kemalizm tüm Atatürk imajını işgal etmişken. Tam da bu marjinal Kemalizm yeni bir toplumsal hegemonya kurma ufkunu da tamamen yitirmişken... Tam da Atatürk de ona sahip çıkanlarla birlikte marjinalleşiyorken... Tam da Kemalizm bir emekliler, yaşlılar ideolojisine dönmüşken...

İşte böyle bir tarihsel anda Kemal Atatürk’ün imdadına yetişti küçük Mustafa.

Bakalım sevimli, masum, yanaklarını sıkasımız gelen öksüz Mustafa, öfkeli, sevimsiz, yaşlı, darbeci Kemalizm’i bize unutturabilecek mi? Bakalım bu Mustafa-Kemal kavgasından geriye ittihatçı Matematik hocasının Kemal’i mi, İslamcı Zübeyde Hanım’ın Mustafa’sı mı kalacak?

Yoksa Mustafa, Can Dündar’dan Ergenekon önlerinde nefessiz bırakılmış Kemalizm’e yeni bir hayat öpücüğü mü? Bu yüzden mi tarihçilerin giremediği, girmeye çalışanların ailelerine kadar soruşturulduğu Genelkurmay arşivlerindeki Atatürk günlüklerine Can Dündar’ın bakmasına izin verildi? Can Dündar o gizli kapılar ardından gördüğü “Mustafa” hakkında her şeyi ne zaman bize de anlatacak?

Yoksa Mustafaizm, Kemalizm’in son sürümü mü? Sistem yeniden mi yükleniyor?

Taraf, 29.10.2008

Yıldıray Oğur,

30.10.2008


Kel Ali’nin şapka manevrası

Siyasetçilerle bürokratlar, özellikle resmi bayramlarda ilk “silindir şapka”yı ne zaman giydiler, ne kadar zaman giydiler, son giyen kim oldu?

Bir silindir şapka bulmak için, kimler neler yaptı?

* * *

1925 yılında “Kel Ali” adıyla ünlü Ali Çetinkaya, Ankara İstiklal Mahkemesi Başkanı’ydı.

O tarihlerde Ankara’daki gazetecilerden biri olan Mecdi Sadrettin, Mustafa Kemal Paşa’nın Kastamonu’ya hareket ettiği ağustos günlerinde, başına bir fötr şapka giyip öyle dolaşmaya başlamış ve öyle dolaşması da Kel Ali’nin sinirine dokunduğu için, gözaltına alınmıştı.

* * *

Mustafa Kemal Paşa, Kastamonu’daki ünlü konuşmasında başındaki şapkayı çıkartarak halka doğru uzatmış ve:

- Efendiler buna şapka denir, diye “şapka devrimi”ni başlatmıştı.

* * *

Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya dönüşünde, kendisini karşılayacaklar arasında bulunması gereken Kel Ali de; şapka giydiği için gözaltına aldırttığı Mecdi Sadrettin’i buldurmuş ve onun fötr şapkasını giyerek, öyle gitmişti Gazi’yi karşılamaya.

Milliyet, 29.10.2008

Çetin Altan

30.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır