Kudsî dâvâmızın hatırı için, selameti için fedakârlıkta bulunmak... Meşrû olan, makbul olan çoğu haklarımızdan vazgeçmek, ferâgatte bulunmak... Ulvi hizmetlerimizin devamı için, cihanbaha davamızın tahakkuku için haklı olduğumuz birçok hakkımızdan feragat etmek... Bir ihsan-ı İlahi olarak omzumuza konulan, uhdemize verilen kudsî emanetin muhafazası uğruna şahsî gururumuzu ayaklar altına almayı hazmedebilmek...
Evet dostlar, bunları yerine getirebilmek, şu söylenenleri huzur-u kalple yapabilmek elbette kolay değil. Çoğu zaman nefis ve şeytan hükmediyor. Böyle de olsa, hizmet erleri bunları yapmayı göze almalılar. En azından yüklendiğimiz kudsi dâvâmızın sıhhat ve selâmeti için bunların zaruri bir gereklilik olduğunu bilmemiz lazım.
Bize tevdî edilen bu kudsi emanetin zayi olmaması için... Omzumuzdaki bu ağır yükün yere düşmemesi için... Bize teslim edilen bu değerli definenin, bu paha biçilmez hazinenin hırsızların, yan kesicilerin eline geçmemesi için... Hizmet kervanının durmaması veya yanlış yollara sapmaması için...
Hizmetlerimizin kazasız belâsız devamı için haklı dahi olsak bir çok hakkımızdan, benliğimizden, enaniyetlerimizden vazgeçmek bir vazife, bir vecibe değil mi?
Aramızdaki ihlas ve kardeşliğin zarar görüp zedelenmemesi için kardeşlerimizin nefislerini nefsimize tercih etmek... Nefsimiz sürekli önde görünmeye bizi zorlasa da, bazen geride durmayı, görünmemeyi prensip edinmek... Vazifede, zahmette, meşakkatte değil, ücret almada, ganimeti paylaşmada geride durmaya talip olmak... Tâbiiyeti metbuiyete tercih etmek...
Nefis ve şeytanımız devamlı önde olmayı, nazar-ı âmmede görünmeyi, insanların teveccühünü, rağbetini devamlı arzu etse de, bu durumun bazı tehlikeleri beraberinde getirebileceğini göz ardı etmeden bunlardan kaçınabilmek... Bir işe ehil ve hevesli olanları öne çıkararak, nazar-ı âmmede görünmelerine nazar-ı müsamaha ile bakabilmek...
Şu ifade etmeye çalıştıklarımızı yerine getirmek zor da olsa, hizmet erbabı için böyle olmanın gayretinde olmaktan, bunları nazar-ı dikkate almaktan başka çare yok.
Nur mesleğinde peder evlat ilişkisi yerine kardeşlik esasının geçerli olduğunu göz önünde bulundurarak, dâvâ arkadaşlarımıza kardeşâne bir tavır içinde bulunmak, sıcak, sevecen ve samimî bir yaklaşım içinde olmak... Onlara değer vermek, tepeden bakmamak, onları küçük görmemek... Yaşımız, hizmetimiz, Risâle kültürümüz ne olursa olsun bilgiçlik taslamamak, mürşidâne bir duruş içine girmemek... Sürekli kendimizi gündemde tutarak, kendimizden bahsederek, kabiliyetlerimizi, özelliklerimiz anlatarak kendimizi satmaya çalışmamak... Başkalarının gıpta damarını tahrik ederek, kıskançlığa kapı aralamamak... Yaptığımız hizmetlerin karşılığını insanlardan beklememek, bundan dolayı imtiyaz beklentilerine girmemek... Dünyaya bakan makam ve mevkilerimizi hizmetteki arkadaşlarımıza bir silâh olarak kullanmamak...
Evet ferdin hem kendisi, hem de mensubu bulunduğu cemaatin geleceği için bu ve benzeri prensip ve düsturları göz önünde bulundurması önemli bir zaruret. Yoksa nefis ve şeytanın devreye girmesi kuvvetle muhtemel.
Nur hizmetinin olmazsa olmazlarından olan esaslarından biri de şefkat, merhamet, sevgi, muhabbet olduğunu göz önünde bulundurarak, herkese karşı muhabbet fedâisi olmak... Samimi, candan, sevecen bir tavır içinde olmak... Hiç kimseyi kırmamak, hiç kimseden kırılmamak, küsmemek, küstürmemek.. Şayet bunlar olmuş ise tâmiri cihetine gitmek... Üstadın, “Kardeşlerimden rica ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle, birbirine küsmesinler ve ‘Haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim” ifadeleri istikametinde dâvâ arkadaşlarımıza yaklaşımda bulunmak gerek.
30.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|