Ezel ve Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hakkın nihayetsiz kudret, ilim, irâde, hikmet, rahmet gibi kemâl sıfatlarını anlamak ve bilmek için, insanın mahiyetine de nihayetsiz bir acizlik, fakirlik ve ihtiyaç gibi noksan sıfatlar yerleştirilmiştir.
Deprem, yangın, sel ve kuraklık gibi insanı âciz bırakan dehşetli olaylar karşısında, insan sonsuz bir güce, İlâhî bir kudrete sığınmak, ona dayanmak ve ona duâ etmeye ihtiyaç hisseder. Bilhassa iyice daralıp bunaldığı ve zor durumda kaldığı zamanlarda, o İlâhî güce sığınmayı daha çok hisseder.
Semavî kitaplara inanmayan, yahut peygamberleri bilmeyen, duymayan insan toplulukları, aya, güneşe, yıldızlara ve hatta elleriyle yaptıkları putlara tapınarak bu ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları tarihin tasdikindedir.
Son din olan İslâm ve mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim tevhid inancını ortaya koyarak, duâ edilecek yegâne adresin Allah’ın dergâhı olduğunu bildirmiş ve en güzel duâları mensuplarına öğretmiştir. Peygamber kıssalarında geçen nebilerin duâları buna örnektir. “De ki: Eğer duânız olmazsa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?”, “Bana duâ edin, size cevap vereyim” gibi âyetlerdeki mesaj, insanların duâ ve ibâdet için yaratıldığını açıkça göstermektedir.
Gerçek bir Allah inancı olmadan yapılan duâlar hedefsizdir. Allah’ı tanıdıkça ve marifetullahta te-rakkî ettikçe, Allah ile kul arasındaki mânevî perdeler kalkar ve huzur makamında duâ edilir. Böyle duâlar reddedilmez.
Duâ, kul ile Allah arasında en yüksek bir nispet ve irtibat vesilesidir. Allah’a kul olmanın şuuru duâ anında hissedilir. Hazret-i Mevlânâ “Köleler âzât edildikleri, hürriyetlerine kavuştukları zaman sevinirler. Biz ise, Allah’a kul, onun dergâhında köle olduğumuz ve kabul edildiğimiz zaman sevi-niriz” demiştir.
Zor durumda kalanların haline Hacer valide-mizin tutumu ne kadar güzel bir örnektir! Hazret- İbrahim (as) tarafından, oğlu Hazret-i İsmail (as) ile birlikte, o zamanki şartlarda kimsenin kalmadığı bir çöl hükmündeki Kâbe'nin olduğu yere bırakılıp terk edilince, kocasına bağırarak “Ya İbrahim! Bizi bu çöl ortasında bırakıp nereye gidi-yorsun?” der. Hazret-i İbrahim (as) cevap vermeden yoluna devam etmektedir. Birkaç defa daha seslenir. Cevap alamayınca “Eğer bu yaptığın Allah tarafından ise sana ne hâcet! O bizi korur ve doyurur. O bizi bizden daha iyi biliyor” der. Bu günkü Mekke şehri ve kutsal Kâbe'nin meydana gelişi, o zaman vukua gelen bu olaya dayanır.
Her iş, önce Allah’a arz edilmelidir. Ondan istenmeli ve O'nun yardımı talep edilmelidir. Sonra sebeplere sarılarak kavlî duânın arkasından fiilî duâlar gelmelidir. Allah’a duâ ve tevekkül etmenin gerçek anlamı budur. Tembelcesine bir tevekkül, tevekkül değildir. Sebeplere aşırı değer yüklemek ve umudunu onlara bağlamak da doğru değildir. Çünkü, her şeyin dizgini Allah’ın elinde ve her şeyin anahtarı onun yanındadır.
Kul, Allah’a duâ eder ve ister. Ancak, Allah kuluna hikmetiyle muâmele eder. Hakkında hayırlıysa, ya kulunun istediğini aynen verir. Veya istediğinden daha iyisini verir. Ya da hayırlı değilse hiç vermez, duâsını âhiret hesabına kabul eder. Onun için “Duâ ediyorum, ama kabul olmuyor” denilmez. Onun hikmetine râzı olmak lâzımdır. Bu îtibarla, duâ ederken “Hakkımda hayırlıysa” demeyi ihmal etmemek îcap eder. Geneli ve bütün mü’minleri ilgilendiren duâlarda, Kur’ân ve hadislerde öğretilen kapsamlı ve tesirli duâlarla duâ etmek ve kabul şartlarına riâyet etmek gerektir.
Hasan Selvi Hocanın, Asya Nur Kültür Merkezinde sunduğu Risâle-i Nur eksenli bu sezonun ikinci semineri, soru-cevap bölümüyle iki saat sürdü. Gerçekten, katılımcılar açısından faydalı ve feyizli bir toplantı olmuştu.
29.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|