Cumhuriyetin ilânının 85. yılı kutlamaları esnasında, resmî zevatın yaptığı konuşmalar ile yaşanan gerçekler acaba örtüşebildi mi? “Hep birlikte nice yıllara” sözünü gerçekleştirmek için lâzım olan şartlara uyuluyor mu?
Hemen herkes;—eksik ya da fazlasıyla—cumhuriyetin hangi şartlarda ilân edildiğini ve hangi sıkıntılar çekilerek bu günlere geldiğini biliyor. İlköğretim yıllarından, lise sonlara kadar her yıl bu konular öğretiliyor. Buna rağmen “Bu konular yeterince bilinmiyor” ise acaba kabahat kimde?
İlkokul birinci sınıf öğrencilerine cumhuriyetin ilânı anlatılırken; “Eskiden padişahlık vardı. Yönetim ‘yetki’si babadan oğula geçerdi. Cumhuriyet ilân edildi, yöneticileri millet seçmeye başladı” deniyor. Burada anlatılmak istenen şey kısaca, “Eskiden milletin dediği değil, padişahların dediği olyordu. Cumhuriyetin ilânıyla birlikte ise milletin dediği oluyor” şeklindeki kabuldür.
Zaten mesele burada düğümleniyor: Türkiye’de ‘iş’ler yapılırken kimin dediği olacak?
Yürürlükteki kanunlara göre milletin dediği olmalıdır. Belki pek çok kişi de bunun böyle olduğu düşünür. Fakat işin aslı ve esası böyle midir? Hangi konuda milletin, halkın dediği oluyor? En basit ifadesiyle; kurulan sandıklarda ortaya çıkan milletin tercihlerinin gereği yerine getiriliyor mu? Eğer öyle olsaydı, yapılan ihtilâller ve devrilen iktidarları nasıl izah edeceğiz?
“Belli şartlar altında, ‘müsaade edildiği ölçüde’ milletin dediği olur” anlayışını; cumhuriyet ve demokrasi ile izah etmek mümkün değildir. “Bize göre cumhuriyet, bize göre demokrasi” ile bir yere varmak mümkün değildir.
Nitekim, son aylarda yaşanan gelişmeler “kimin dediği olsun?” konusunda ihtilâf olduğunu ortaya koyuyor. Anayasa Mahkemesinin aldığı son kararlar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Millet, ‘iş’ini yapmak için vekilleri seçmiş ve TBMM’ye göndermiştir. İşleyen bu sisteme göre “milletin dediği” olmalıdır. Vekiller, milletten aldığı ‘vekalet’e göre, onların talebini dikkate alarak bazı uygulamaların yapılmasını istiyor. Bu noktada birileri devreye giriyor ve “Hayır, bunu yapamazsınız” diyor. Bu davranış, ‘vekil’lerden ziyade ‘millet’e karşı yapılan bir harekettir. “Sen yapamazsın, bilemezsin; senin yerine ‘doğru’ olanı ben bilirim” anlayışının tezahürüdür. Bunu da cumhuriyet ve demokrasi ile izah etmek mümkün değildir.
Tabiî ki cumhuriyetin ilânının üzerinden 85 yıl geçtiği halde hâlâ bu temel meseleleri halledememiş olması Türkiye’nin eksikliğidir. Türkiye’yi idare edenler, ‘bayram’larda yaptıkları konuşmaların halk nezdinde nasıl anlaşıldığını merak ediyorlar mı? Türkiye, ‘kimin dediği olsun?’ tartışmasını sona erdirmeli ve dünya şartlarına uygun bir demokrasiyi tesis etmelidir. 85 yıl sonra da “Milletin değil, ‘bürokrasi’nin dediği olsun” ısrarını sürdürmek ülkemize yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.
“Milletin dediğinin olduğu” bir Türkiye, bugünkünden çok daha mutlu, güçlü ve huzurlu olur...
30.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|