Anayasa Mahkemesi, başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakma iddiasıyla yapılan anayasa değişikliğini 2’ye 9 oyla iptal etmişti. AKP’yle ilgili kararda ise çok farklı bir oy dağılımı ortaya çıktı. 6 üye “Kapatılsın” dedi; 4 üye Hazine yardımının yarı yarıya kesilmesinden yana oy kullandı; iki gruba da katılmayan Başkan Haşim Kılıç’ın tercihi ise “beraat”ti.
Başörtüsü kararındaki 9 oy nasıl 6’ya, bu karara karşı çıkan 2 oy neden 1’e indi; bilinmiyor.
AKP kararı öncesi tahminler en az 7 üyenin kapatma için oy kullanacağı yönünde iken bu sayının 6 olarak gerçekleşmesinde ve gerek başörtüsünde, gerekse evvelce RP ve FP dâvâlarında Kılıç’la birlikte oy kullanan Sacit Adalı’nın bu kez “AKP’ye Hazine yardımı kesilsin” safına geçmesinde acaba hangi faktörler etkili oldu?
Şimdi değilse bile, istikbalde herhalde bu sorular da cevabını bulacak ve sırlar aydınlanacak.
Mahkemenin AKP kararı, daha evvel benzeri hiç görülmemiş tuhaf bir manzara oluşturdu.
11 üyenin salt çoğunluğunu oluşturan 6 oy kapatmadan yana olmasına rağmen, parti kapatmalarında gerekli sayı evvelce yapılan anayasa değişikliğiyle 7’ye çıktığı için AKP “kurtuldu.”
Ve sonucu, “Hazine yardımı yarı yarıya kesilsin” diyen 4 üye belirledi. İşin ilginç tarafı, onlar da AKP’nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetleri olduğunu kabul ettikleri halde, “hafifletici sebepler”le kapatma müeyyidesine “hayır” dediler.
Bu sebepler arasında, AKP’nin dört senedir boşladığı AB reformlarının da yer alması ve bu durumun medyada “AKP’yi AB reformları kurtardı” başlıklarıyla verilmesi son derece anlamlı.
“AKP kapatılsın” diyen 6 üyenin gerekçesinde yer alan bazı noktalar da gözden kaçırılmamalı.
Bunların başında, başörtüsü yasağı, Kur’ân kurslarındaki yaş sınırı ve imam hatiplerin katsayı sorunu gibi konularda çözüm beklentisinin toplumsal talep haline geldiğinin kabulü geliyor.
Aynı şey, başörtüsüyle ilgili kararda da dikkat çekmiş; başörtüsü takmak “bireysel bir tercih ve özgürlük kullanımı” olarak nitelenirken, yasakla ortaya çıkan durumun kronik bir sorun haline geldiği ve çözümün demokratik uzlaşı ve barışla bulunması gerektiği gibi ifadeler kullanılmıştı.
Bu yaklaşım, AKP kararının gerekçesinde, başörtüsünün yanı sıra Kur’ân kurslarındaki yaş sınırı ile imam hatiplerin katsayı sorununu da içine alacak şekilde genişletilerek tekrarlanıyor.
Yine AKP kararında, “Siyasî partiler dinsel özgürlük talepleri konusunda politika geliştirebilir” deniyor, ama “dinsel duyguların siyasal mücadele aracı haline getirilerek ayrışmalara yol açılmasının laiklikle bağdaşmadığı” belirtiliyor.
İşte burada, zaman zaman bazı AKP ileri gelenlerinin de “Bize niye kuşku ve kaygıyla bakılıyor? Bunun arkasında ne var? Bu psikolojiyi anlamaya çalışmalıyız” diyerek dile getirdikleri bakış tarzı ve halet-i ruhiye karşımıza çıkıyor.
Neden AKP ve MHP’nin başörtüsü için yaptığı bir girişim “istismar” olarak görülüyor? Yasağı anayasa değişikliği ile kaldırma teşebbüsü niye “herkesi tesettüre zorlama niyet ve projesinin öncü sinyali” olarak görülüp kuşku çekiyor?
Bu soruların, “din ve irtica korkuları”yla yetişen cumhuriyet aydınının psikolojisini dikkate alan bir nazarla enine boyuna tahlili gerekiyor.
Ve yine mahkemenin verdiği işaretler, 28 Şubat kaynaklı toplumsal sorunların çözümüne katkı verme noktasında özellikle CHP’ye önemli görevler yüklüyor. Başörtüsü, Kur’ân kursu, imam hatip eksenindeki sancıların giderilmesi için CHP, şimdiye kadarki atgözlüklü tavrından farklı, pozitif, yapıcı politikalar üretebilirse, iç barış ve huzura tarihî bir hizmet yapmış olur.
Son olarak: Bütün bu tartışmalar, din ve vicdan özgürlüğü alanındaki kronik sorunların olabildiğince sancısız şekilde aşılmasında, bu sorunları siyasallaştırmadan çözme becerisine sahip olduğunu defaatle gösteren DP çizgisine duyulan ihtiyacı bir kez daha gözler önüne seriyor.
31.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|