Anayasa Mahkemesinin, birini Haziran başında, diğerini Temmuz sonunda açıkladığı, birbiriyle irtibatlı iki kararın gerekçeleri hafta içinde peş peşe yayınlandı.
Kararlara ilişkin değerlendirmelerde öne çıkan noktalardan biri, Anayasa Mahkemesinin bir kez daha yetkisini aşarak, kendisini Meclisin üstünde bir konuma yerleştirdiği yorumu idi.
Bu yorumu yapanlardan, mahkemenin iptal ettiği başörtüsü düzenlemesine vücut, katkı ve destek vermiş olan MHP, şimdi AYM’nin yetkilerini kısacak bir anayasa reformu talep ediyor.
Ama üst üste yediği iki yargı darbesinin şokundan hâlâ çıkamayan AKP hiç o havada değil.
Tam tersine, iktidar partisi ortaya çıkan sıkıntılı durumu kerhen de olsa kabullenmiş, AYM tarafından siyasete ve Meclise çizilen yeni sınırlara boyun eğip teslim olmuş bir tavır sergiliyor.
Böyle olunca, yüksek yargı önünde adeta “ipten dönmüş,” ama ağır ihtar yemiş bu partinin iktidar döneminde, artık sistemin temellerine dokunacak radikal reformlar yapılması çok zor.
Onun içindir ki, AKP cenahında da “Ya reform, ya seçim” çağrıları dillendirilmeye başlandı.
Çünkü içine girilen durumdan çıkılması için ya ciddî ve köklü yapısal reformların gerçekleştirilmesi ya da eğer bunlar yapılamıyorsa, tıkanıklığı aşmak için yine millete gidilmesi gerekiyor.
Bu iki şıkkın dışında, başka bir çıkış yolu yok.
Eğer iktidarın tercihi bu şartlarda yola devam etmek olursa, zaten başından beri tartışmalı olan “muktedirlik” vasfını tamamen veya çok büyük ölçüde kaybetmiş olarak bunu yapmak durumunda olur. Sonuçlarını da birlikte yaşarız.
Ve görünen o ki, iktidar bu yolu seçti.
Ağustos ayının son haftasında Bakanlar Kurulu gündemine geldiği bizzat Hükümet Sözcüsü tarafından açıklanan AB Ulusal Programıyla ilgili olarak hâlâ kayda değer bir gelişme yok.
Bu durumu yorumlayan bazı AB yetkililerinin, izlenimlerini “Türkiye reformları Mart’taki yerel seçimlere kadar dondurdu” şeklinde dile getirdiklerine dair haberler çıkıyor (Vatan, 25.10.08).
Tabiî, yerel seçimlerden sonra ne olacağı belli değil. Özellikle Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu belediyelerindeki seçim sonuçlarının Türkiye’ye nasıl bir atmosfer getireceği de.
Mâlûm, AKP’nin bu seçimlerle ilgili, çok önceden açıkladığı hedefleri var. DTP’nin elindeki “kale”leri zapt etmek istiyor. Önceki selefleri gibi kapatılma tehdidi altındaki DTP de yüksek perdeden atışları ve İmralı kumandalı provokasyonları ile “kalelerini koruma” savaşı veriyor.
AKP ise, sınırötesi harekât tezkeresini bir yıl daha uzatıp operasyonların devamına yeşil ışık yakması ve OHAL’e dönüş tartışması sebebiyle uğradığı imaj kaybının daha ileri boyutlara taşınmasını önlemek için zevahiri kurtarma telâşında.
Askerin yetki taleplerini, “Terörle mücadele için İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni bir yapılanma oluşturuluyor ve konu tamamen sivil inisiyatifin kontrolüne veriliyor” görüntüsüyle kamufle ederek karşılamayı da ihmal etmeden...
Genelkurmay kadrosunun kabine toplantısına terör brifingiyle katılacak olması da projenin bir parçası ve kimilerince “Artık brifingler karargâh yerine Başbakanlıkta veriliyor; sivil askerin değil, asker sivilin ayağına gidiyor” gerekçesiyle, “Demokrasi ve sivilleşmede bir aşama daha kaydettik” yaldızıyla parlatılmaya çalışılıyor.
Ama bu izah, Başbakanlıktaki brifingin hükümete bir “savaş kabinesi” görüntüsü verdirdiği gerçeğini ıskalıyor ve ardından brifingin Eğirdir’deki komando eğitim merkezinde devam edecek olmasına da uygun bir kılıf geçiremiyor.
Bu hengâmede jandarma, hükümetten, kendisiyle ilgili “sivil denetim” maddesinin AB Ulusal Programından çıkarılmasını talep ediyor.
Böyle bir tabloda “Teröre inat, demokratikleşmeye devam” nutukları mizanseni tamamlıyor.
Ortada gerçekten devam eden bir reform süreci olsa neyse... Ama terör var, reform yok!
28.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|