Kur’ân, “De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir”1 buyurur. Allah Resûlü (asm) sımsıkı yapıştığımızda yolumuzu şaşırmayacağımız iki şeyden biri olarak Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim’i, diğeri de Sünnet-i Seniyyesine bağlanmamızı emrederken2 diğer bir hadis-i şeriflerinde de Sünneti yerine Ehl-i Beytini yerleştirerek şöyle buyurur: “Size biri diğerinden daha büyük iki şey bırakıyorum ki, onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe, benden sonra aslâ sapıklığa düşmezsiniz. Biri gökten yeryüzüne uzanmış nurânî bir ip olan Allah’ın Kitabı, diğeri de neslim, Ehl-i Beytimdir.”3 Ehl-i Beyt veya Âl-i Beyt denilince Peygamberimiz (asm) başta olmak üzere eşleri, çocukları, torunları, neslinden gelenler, amcaları ve akrabalarını anlıyoruz. Niçin Allah Resûlü (asm), Kur’ân-ı Kerîm’in yanında Ehl-i Beytini de söyleme gereğini hissetmiştir? Ehl-i Beyt neden bu kadar önemlidir? Allah Resûlü (asm) ileriyi gören nazarıyla bakmış, Ehl-i Beytinden Sünnet-i Seniyyesine sımsıkı bağlı, onu temsil eden, onu irşad eden, insanlık dersinde hep önde giden; hakkı, hakikati öğreten çoğu kâmil insan, rehber ve mürşidlerin Ehl-i Beytinden çıkacağını görmüş, ümmetini onların etrafında toplamak için hem onları sevmeyi, hem de Ehl-i Beytine bağlanmalarını istemiştir.
Bu emirler doğrultusunda, “Allah’a yemin ederim ki, bana Resûlullah’ın yakınlarına hizmet etmek, kendi yakımlarıma hizmet etmekten daha sevimlidir”4 diyen Hz. Ebû Bekir’in, Müslümanlara, “Ey insanlar! Hz. Muhammed’e olan saygınızı, onun Âl-i Beyti hususunda da gözetip koruyunuz”5 dediğini de biliyoruz. Biz de Peygamberimizin (asm) her ismini duyduğumuzda salât ü selâm getirirken Âl-i Beytine de salâvat getirmeyi unutmaz, özellikle yine bir sünnet olarak namazın son, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetlerinin birinci oturuşlarında Ettehıyyâtü’den sonra salli-barik duâlarını okurken, hem Hz. İbrahim’in âline, hem de Efendimizin (asm) âline salât ü selâmlarımızı sunarız. Resûl-i Ekrem’in (asm) Sünnet-i Seniyyesine bağlılıkta titizliğimiz, asırlar boyunca Ehl-i Beytin etrafında halkalanışımız bir yana Âl-i Beyt sevgisiyle çocuklarımıza Mustafa, Ahmed, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ayşe, Emine-Hatice gibi isimlerin çokça verilmesi; askerleri Mehmetçik namıyla anmamız; kandillerde, düğün, v.s. gibi merasimlerde mevlid okutulması Âl-i Beyt sevgimizin bir ifadesidir. Bugüne kadar Peygamber sevgisini anlatan na’tlar yazılması, Hilye-i Şerifi en güzel yazı ve süslemelerle donatıp levha hâlinde ev veya işyerlerimize asılagelmesi; hac ve umre esnasında Efendimizin (asm) kabr-i şeriflerini ziyaretlerimiz de Sünnet-i Seniyyeye bağlılık ve Ehl-i Beyte olan sevgimizin işaretlerindendir. Yine bu sevginin alâmeti olarak asırlarca Peygamberimiz (asm) güle benzetilmiş, gül ise hayatımızda olduğu kadar edebiyatımızda da seçkin bir yere sahip olagelmiştir.
Kısacası bir Müslüman olarak Peygamberimizi (asm) ve Âl-i Beytini sevmek zorundayız.
Dipnotlar:
1- Şûrâ: 23., 2- Muvatta, Kader: 3., 3- Tirmizî, Menakib: 32., 4- Buharî, Fezâil-i Ashabi’n-Nebî, 9., 5- Buharî, Fezâil-i Ashabi’n-Nebî, 24.
28.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|