Can Dündar'ın imzasını taşıyan "belgesel" türü yayınlar, her nedense büyük ses getiriyor. Özellikle de "Atatürk konulu" belgeseller. Tıpkı, "Sarı Zeybek" ve son çalışması "Mustafa" isimli belgesel (!) filminde olduğu gibi...
Haliyle, bunları beğenen de var, beğenmeyen de. Mesela, AKP'li Enerji Bakanı Hilmi Güler'in beğendiği ve izlerken çok etkilendim dediği "Mustafa" filmini CHP lideri Baykal hiç mi, hiç beğenmemiş.
Filmi beğenmeme gerekçesini ise, özetle şöyle açıklıyor Baykal: "Atatürk’ün sofrası, içki içilen, coşku bulunmayan, sanki başarısız olmuş, bıkmış, umutsuz, yalnız ve yaşlı bir adamın sofrası olarak lanse ediliyor. Atatürk günde bir büyük rakı içen, kadınlara zaafı olan birisi olarak gösterilmiş. Zaafları olabilir. Ancak, Atatürk gibi bir adamın sofrası bu resim olamaz... Atatürk, kendi döneminin tüm liderleri diktatör olduğu halde, bu yönde hiçbir eğilimi olmayan bir liderdi. Hep çoğulcu demokrasi istedi... Filmde, cumhuriyeti kurmak için birlikte hareket ettiği arkadaşlarını sonradan yemiş, onlara ihanet etmiş gibi gösteriliyor. Bunlar gerçek değil." (Sabah, 30 Ekim 2008)
Doğrusu, bu noktada sayın Deniz Baykal'ın "GERÇEKLER"den ne anladığını merak ediyoruz. Dolayısıyla da, "çoğulcu demokrasi"den dem vuran ve Kuva–yı Milliye saflarında yer alan kahramanların hiçbir şekilde dışlanmadığını, yahut harcanmadığını iddia eden Baykal'a şunları sormak hakkımız: 1) Gerçekte çoğulcu demokrasiye ne zaman geçildi? 2) Gerçekte Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay, Ali Şükrü, Hüseyin Avni, Eşref Edib, Mehmed Akif gibi "Millî Hareket"in bayraktarı olan şahsiyetlerin başına neler geldi?
Neyse, biz gelelim asıl konumuza; yani, "Mustafa" isimli belgesel film ile ilgili çarpıcı gelişmelere...
Turkcell yokum, Sabancı varım dedi
Can Dündar, dünkü Milliyet'te (30 Ekim) çıkan "Zorunlu bir açıklama" kıvamındaki köşe yazısına şu cümlelerle başlıyor: "'Mustafa' dün vizyona girdi. Ama, gün boyu bunun keyfini sürmek yerine 'filmin sponsoru'na dair sorularla uğraşmak zorunda kaldım. İş dallanıp budaklanınca 'En iyisi her şeyi bütün açıklığıyla anlatmak' diye düşünerek bu yazıyı yazmaya karar verdim."
Dündar, yazısında özetle filme sponsor olmaları için Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv’le birkaç kez görüşüp anlaştıklarını, karşılıklı güvene dayalı olarak işe koyulduklarını, büyük masraflar yaparak epeyce bir ilerleme kaydettiklerini, ancak Turkcel yetkililerinin geçen süre içinde geri adım atmaya başladıklarını ve nihayet yapılan reklâm, tanıtım, fragman masrafını ödmekle birlikte, açık bir dille "Biz bu işten vazgeçtik"dediklerini aktardıktan sonra, yeni sponsor bulmak için Sabancı Grubu'na teklif götürdüğünü, onların da filmi izleyip beğendiklerini ve sonunda "Biz varız" diyerek sponsorluk yaptıklarını anlatıyor.
Dinin tasfiye edilmesi
Şimdi, Can Dündar'ın yazısında dikkatimizi çeken asıl "can alıcı" noktalara geliyoruz. Filmin ilk halini izleyen Turkcel yetkililerinin red gerekçeleri arasında aynen şunu aktarıyor, Dündar: "Filmde verdiğimiz bazı bilgilerin onları yadırgattığını fark ettim. Film, Atatürk’ün imza attığı büyük devrimi belgelemekle birlikte, özel hayatına da giriyor, sofrasından, yalnızlığından dem vuruyor, dinin toplumsal hayattan tasfiye edilmesi gereğine ilişkin radikal görüşlerine yer veriyordu. Turkcell ise, ...Atatürk’e zarar vermesinden, inanç sahibi insanları rencide edebilecek yanlış anlamalara yol açmasından kuşkulanıyorlardı... Aynı kaygıları benim de taşıdığımı, böyle olmasın diye de âzami dikkati gösterdiğimi... anlattım."
Evet, aralarında bu minval üzere uzayıp giden ve tam 7 saat süren tartışmaların yaşandığını, ancak yine de tereddütlerin izale olmadığını ve nihayet iplerin koptuğunu anlatıyor, Dündar.
Şimdi, lütfen dikkat buyurun!
Can Dündar, Atatürk'ün "Dinin toplumsal hayattan tasfiye edilmesi gereğine ilişkin radikal görüşleri" olduğunu ve buna filmin ilk halinde yer verdiğini açık bir dille ifade ederek, aslında bir yönüyle "itiraf"ta bulunuyor. İtiraf, çünkü filmin son halinde bu çarpıcı gerçeğin kısmen de olsa yumuşatılarak ve üstü örülerek yansıtıldığı anlaşılıyor. Niketim, kendisinin de tıpkı Turkcell yöneticileri gibi aynı kaygıları taşıdığını ve "böyle olmasın diye âzami dikkati gösterdiğini" bir nevi ifşa etmiş oluyor... İşin doğrusunu ise, sadece biz değil, sayın Dündar gibi yakın tarihi araştıran hemen herkes biliyor.
Doğrusu şu ki: M. Kemal'in İslâm dinine bakışı, yaklaşımı ve hatta konuşmaları itibariyle 1923'ten önce başkadır, 1923'ten sonra başkadır. Bu tarihten önce, din aleyhinde değil, zahiren bütünüyle dinin lehinde gibi görünen sözlerinin hiçbirine 1923'ten sonra rastlayamazsınız. Hele, Hilâfetin kaldırıldığı 1924'ten sonra hiç rastlayamadığınız gibi, hakikaten tıpkı Dündar'ın ifadesiyle "Dinin sosyal hayattan tasfiye edilmesine ilişkin olarak hem radikal sözleri, hem de devrim niteliğinde icraatleri var, M. Kemal'in.
Acaba, bu tarihî gerçekliğin aksini iddia edecek Allah'ın bir tek kulu var mı? Varsa şayet, lütfen işaret buyursun da, tarihî gerçeklerin sunturlu yalanlarla nasıl da tersyüz edildiğini kendilerine bir bir anlatmaya çalışalım.
Cemal Kutay'ın yapamadığı
Bütün bu yaşananlardan sonra, hatırımıza—vaktiyle Cemal Kutay'ın yaptıklarını çağrıştıran) bir başka konu daha geldi.
Hatırlayanlarınız olacaktır. Can Dündar'ın bundan iki sene kadar evvel "Said Nursî belgeseli" çekmek için hummalı bir çalışmanın içine girdiğine dair çeşitli basın yayın organlarında haberler, bilgiler çıkmıştı. (Zaman Turkuaz, Eylül 2006)
Üstelik, bu işin organizasyonunu ve sponsorluğunu da, dindar bilinen kimseler üstlenecekti. Ancak, ne hikmetse bu girişim durdu, ya da tökezlendi. İnşaallah akamete uğamıştır diye de dua ediyoruz.
Evet, bazı önemli gerçeklerin saklandığı anlaşılan "Mustafa belgeseli"ndeki mantık örgüsüyle hareket edilecekse şayet, hazırlanacak bir Said Nursî belgeselini beğenemeyeceğimizi şimdiden ilân etmek istiyoruz.
Tavsiyemiz şudur: Birbiriyle zıt kutuplarda bulunan Mustafa Kemal ile Said Nursî, ya olduğu gibi tanıtılsın, ya da bu işe hiç bulaşılmasın. Vaktiyle Cemal Kutay bulaştı da ne faydası oldu? Prestijini kaybetmekten ve zihinleri bulandırmaktan başka...
Son not: Sayın Dündar! Bu şartlarda Said Nursî belgeseli yapmakla Kemalistlere yaranamayacağın gibi, Nurcuları da asla memmun edemezsin. İyisi mi, Cemal Kutay gibi yapma, gelen teklifleri peşinen reddet ve tereddüt dahi etmeden gel vazgeç bu sevdadan.
31.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|