Samimiyet diye bir duygu vardır. Samimî duygulara sahip olan insanların içi dışı birdir. Samimî olan insanların iki yüzü olmaz. Samimiyet riyakârlığı kabul etmez. Samimiyetsizliğin, diğer ifadeyle ikiyüzlülüğün temeli münafıklığa dayanıyor.
Münafığın her zaman gizli bir gündemi vardır. O hiçbir zaman gerçek yüzünü insanlara göstermek istemez. Çünkü onun yüzü dünyevî menfaatlere göre değişir. İçinden gelmediği zamanlar bile güler. Düşman duygular beslediği insanlara bile dost gibi görünür. Çünkü onun gizli bir gündemi vardır.
Mevlânâ Celâleddin “Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol” ifadesiyle, olduğu gibi görünmemenin ve göründüğü gibi olmamanın çirkinliğini ifade etmek istemiş olmalıdır. Elbette “münafık” deyince aklımıza, Asr-ı Saadette Müslüman gibi görünüp de inanmayan Medineli münafıklar gelmektedir.
Allah’ın Resûlüne (asm) bunlar bildirilmişti. O bu münafıkları iyi tanıyordu. Ama belki dönerler, belki samimiyet imtihanını kazanırlar diye onları deşifre etmedi. Neticede bazıları öyle öldü, Cehennemi boyladı, bazıları da hatalarını anlayıp içi dışı bir olan mü’minlerden oldular.
Rabb-i Rahim Habibine, kâfirleri samimiyete dâvet etmelerini söylemişti. “Kâfirûn” Sûresi bunun için nâzil olmuştu muhtemelen. Resulullah, o kâfirlere Kur’ân lisaniyle “Ne ben sizin ibadet ettiğinize ibadet ederim, ne de siz benim ibadet ettiğime ibadet edersiniz. O halde benim dinim bana, sizin dininiz size” demekteydi. Burada aynı zamanda samimiyete dâvet vardı.
Kimse zorla inancından çevrilmeyecek, herkes kendi inancına göre mahkeme-i kübrada haşrolacaktı. Birileri bütün gerçeklere rağmen küfründe inat ediyorsa biz ona ne yapabiliriz ki? Küfürde de olsa bizim onun samimiyetine ihtiyacımız vardır.
“Münafık kâfirden daha tehlikelidir” hükmü de Kur’ân hakikatlerindendir. Çünkü kâfir küfrünü açık bir şekilde ilân etmektedir. Münafığın ise gizli bir gündemi vardır. Onun stratejisi gizlilik üzerinedir. Yeri gelince inanıyormuş gibi görünecek, gerçekte ise hiçbir zaman inanmayacaktır. İnanıyormuş gibi takındığı tavrıyla inananları kandıracak, küfrüyle de Rabb-i Rahîme isyanını devam ettirecektir.
Diyorum ki, mü’minin gizli gündemi olmamalıdır. İnandığı gibi yaşamalı, hiçbir zaman inandıklarından taviz vermemelidir. Hadis-i Şerifin hükmü gereğince ya doğruyu söylemeli, ya da susmalıdır. Üçüncü bir ihtimale kaçmaya cevaz yoktur. Yalanın birazına da izin yoktur. Çünkü yalan münafıkların kârıdır. Çünkü yalan söyleyen riyakârdır, iki yüzlüdür.
Biz ehl-i iman olarak hak bildiğimizi her yerde söyleyebilmeliyiz. Diyebilmeliyiz ki “Bizler bütün insanların Allah’ın emirleri dairesinde yaşamasını istiyoruz ve bunun için meşrû dairede elimizden gelen ikna metodunu kullanmaya çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz.” Ama hizmetimizde zorlama yoktur. Çünkü dinde zorlama yoktur. Dinin sahibi olan Rabbimiz bu hükmü Kur’ân-ı Azimüşşan’ında vermiştir: “Dinde zorlama yoktur”.
Ben inancımı niye gizleyeyim ki. Ben Allah’ın rızasının kazanılmasını, Peygamberimin (asm) sünnetlerine uyulmasını istiyorum. Ben diyorum ki, insanlığın kurtuluşu İslâm’dadır. Ben diyorum ki, insanlığın bütün dertlerine Kur’ân ilâç olabilir. Bu hakikatleri gerekirse bütün dünyaya duyuracak şekilde bağırırım.
Dinimi yaşamamı bazıları benimsemiyor diye kendimi gizleyemem. Benim görevim Rabbimin rızasını kazanmak ve inancımın güzelliklerini lisan-ı hâlimle insanlara anlatmaktır öncelikle. İlâhî hüküm açıksa onu te’vil etmez, uymak için gayret gösteririm. Yeri gelince helâla helâl, harama da haramdır derim. Gafil ve günahkâr insanların kınamasına zerre kadar önem vermem. Rabbimi razı etmek benim için her şeyden çok daha önemlidir. Hâsılı inancımı gizlememi gerektirecek hiçbir sebep görmüyorum. Bunun için de açık sözlü olmayı, bildiğim gerçekleri zemininde ifade etmeyi bir görev bilirim. Kısacası benim gizli gündemim yoktur...
03.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|