Herifin biri ancak savaş ilânı zamanlarında rastlanabilecek bir maharetle aynı gün en az 4 ulusal gazetenin manşetine oturdu. Belki kendisi bunu bahtiyarlık olarak da addediyordur. O ayrı ve gayrı bir mesele. Manşet olduğu gazeteler benim sayabildiğim kadarıyla 8. 9 veya daha fazla da olabilir. Üstü için sınır yok. Hem de iki cephenin gazetelerine birden manşet oldu. Bunu başarmak her babayiğidin kârı değildir. Manşetlerden önce kanallara ve canlı yayınlara düştü ve burada geçmişte işlediği ve suç olan müessir bir fiili övmeye yeltenince spikerin uyarısıyla karşılaştı. Fakat cevap vermek yerine cevap istedi ve ezberinden hiç şaşmadı: “Ben de onun gibi gazeteci oldum, Allah’ın işine bakın” dedi. Adamın pişkinliği zerafet sınırlarını çoktan aşmıştı. Dili kaypak ve kaçamak yani lastikli idi. Aynen “Şu Bizimkilerdeki” üslubu gibi. Bir fiili övüyor mu yoksa yeriyor mu kolay kolay kestiremez ve işin içinden çıkamazdınız. O da öylece idare eder giderdi. Geçmişte ‘ayaklı kütüphane’, ‘ceride-i seyyare (ayaklı gazete)’ gibi tabirler vardı. Adam da adeta müstehcen bir yayın. Çocuklar bile bahse konu zatın serencamını merak ediyor ve kendi aralarında masum olup olmadığını tartışıyor. Özal döneminde olsaydı ‘muzır neşriyat’ kabilinden mutlaka poşete girerdi. Adam hakkındaki isnatları kâh Mehmet Ali Erbil üslubuyla karşılıyor veya savuşturmaya çalışıyor ve bu bağlamda: “Elimden geçenler azize olurlar ve azizelik payesine ulaşırlar, yükselirler’ diyor. Bazen de savunma pozisyonunu değiştiriyor ve Müjde Ar’ın gazoz benzetmesini istiare suretiyle kullanarak komploya ve ketempereye getirildiğini söylüyor.
***
Bu komplocu savunma şekli ve taktikleri de bana Nuh Mete Yüksel dâvâsını hatırlattı. Nuh Mete Yüksel de mühim ve VIP adam olduğundan dolayı komploya kurban gittiğini söylemişti. Pekalâ Merve Kavakçı’nın ahına da tutulmuş, komploya da kurban gitmiş olabilir. Bir şeyi hep merak etmişimdir. Prensip olarak komplo teorilerini reddetmem. Lâkin Malik Binnebi’nin dediği gibi komploya düşünlerde de biraz yatkınlık olması gerekir diye de düşünürüm. Bu bağlamda, Emin Çölaşan’ı ele alabiliriz. Adam düşmanları olan birisi. Daha doğrusu aleyhinde yazmadığı adam neredeyse yok. Muhatap almadıkları hariç... Hasımları adamın eksiğini gediğini, kusurunu arıyorlar ama kadınlara zaafı yönünde bir karineye dahi rastlayabilmiş değiller. Adam üstelik meşhur da. O yapmasa bile birileri onun kılığında zamparalık da yapmıştı. Ama adamın paraya zaafını dostu düşmanı biliyor. Gazetesinden milyonlarla (dolar) ifade edilebilecek tazminatlar aldığı ve kolay kolay bir faniye veya yazara nasip olmayacak kadar zenginleştiği söyleniyor. Ama ister Tansel Hanım’a olan sevgisi veya vefası deyin veya isterse korkusuna bağlayın, adamın o taraklarda bezi yok vesselam. Yani komplocular kişiyi zayıf noktasından yakalıyor veya avlıyorlar. Tuzağa bu noktasından düşürüyor veya çekiyorlar. Şu evvelki adam ise evinde yakalanan 28 Şubat sürecinin ‘baş kahramanını’ ağırlamaktan da şeref duyuyor ve ona sahip çıkıyor. Adam dürüstlük abidesiymiş... Halbuki dürüst adamın dürüst partneri de (F. Şahin) devlet desteğiyle plastik cerrahinin marifeti doğrultusunda artık aramızda tanınmayan bir kisve ve kimlikle dolaşıyor.
***
Zât-ı muhterem bununla da kalmıyor. Neocon-Ergenekon cinasına uygun bir isimlendirme veya kafiye veya uyak ile anılan ve yargılanan bir örgütün içerideki paşalarına da hulus çekiyor. Adam 1952’den beri İslâmî kesime gölge ediyor. Her kriz onun ismiyle birlikte anılıyor. Sanki yaşayan Kubilay... Krizlerde hep onun ismi anılıyor. Ne bereketli adam. Kullan kullan bitmiyor. Jet hızıyla Adlî Tıp’dan lehte bir rapor almış veya devşirmiş. Kimileri ‘aşırmış’ da diyor. Bu durumda kimileri genelde yavaş çalışan Adli Tıp Kurumu’nda işlemlerin hızlanması için eleman olarak kendisini tavsiye ediyorlar. Belki kuruma biraz dinamizm gelir. Adam bu işleri severek ve yüksünmeden yapıyor. Şöhretten şikâyet ediyor ve önüne gelene de kimliğini ibraz etmesini isteyemeyeceğini söylüyor. Ama şöhret avcılığından da bir an olsun vazgeçip, geri durmuyor. Reyting malzemesi oluyor ve reytinglere epey katkı sağlıyor. Bundan dolayı starlaştı ve televizyon kanallarından kendisine plaket verilmesi umulur. Kriz geldi, diziler gitti derken ‘gavs’ gibi televizyonların imdadına yetişti. Şayet kanallar benzeri bir iki isim keşfedebilseler bütün krizleri yırtar ve sıkıntılarını aşarlar. Bu itibarla yapacağı en iyi iş Mehmet Ali Erbil kabul ederse şayet onunla birlikte bir şov programı hazırlamak ve sunmak olacaktır. Karşılıklı düet de yaparlar. Yardımcı oyuncu olarak da Abdurrahman Sarıkaya’yı da yanlarına almalarında fayda var, bu takdirde şovun rengi daha da koyulaşır. Velhasıl her şeyin ve ailevi değerlerin sulandırıldığı vur patlasın çal oynasın tarzında ve tadında bir yapım gerçekleştirebilirler. Bu durumda Mehmet Ali de taze izleyici kitlesine kavuşur. Zira artık Hülya Avşar veya Erbil şovları da tahttan düştü, para etmiyor. Yeni katkılar gerek…
03.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|