Geçtiğimiz haftanın terör, etnik provokasyonlar, Ergenekon duruşmaları ve 29 Ekim Çankaya resepsiyonlarındaki “el sıkma” ve “smokinin Çankaya’ya dönüşü” haberleri ortasında Can Dündar’ın âlâ-yu vâlâ ile vizyona giren “Mustafa” filmi, tartışmaların başını çekti.
“Film”de “devrimin önce evlâtlarını yediği”, M. Kemal’in yakın arkadaşlarından koptuğu, yalnızlaşıp yalnız ve mutsuz yaşadığı ve yalnız öldüğü konuşulan konular arasında…
Ayrıca Dolmabahçe Sarayı ve Savarona’da yaşanan “büyük dram”ı gözler önüne seren “film”le, M. Kemal’in “kadınlara düşkünlüğü” yeniden gündeme geliyor.
Bu arada sekiz yaşındayken evlâd edindiği kendisine çok benzeyen A. Tunçak’ın “oğlu” olduğu; Tunçak’ın, “Çok benziyorsunuz, oğlu musunuz?” sorusuna, “O hepimizin atası, babası; bazı sırlar benimle beraber mezara gidecek” tepkisiyle cevaplamaktan kaçınması, bu iddiaya mesnet ediliyor.
Genelkurmay arşivlerinden yararlanarak hazırlanan “film” üzerindeki tartışmalar bununla da bitmiyor. M. Kemal’in 1926’den itibaren hayatta iken kendi heykelini büyük kentlere diktirmesinden, “diktatörlüğü”ne kadar birçok husus irdeleniyor; siyasî arenanın polemik konusu oluyor…
HARF İNKILÂBI VE DİL DEVRİMİ
Kıtlık içinde kavrulan milletin fakr-û hali nazara alınmayarak zevk-u sefâ içinde içkili dans, tango ve eğlence partilerinin düzenlendiği; M. Kemal’in Köşkte kurduğu sofralarda günde bir büyük rakıyı bitirdiği ve üç paket sigara ile onbeş kahve içtiği; sebebini soranlara, “Gövdem bu kafayı kaldıramıyor, çok yoğun düşüncelerle dolu; içince rahatlıyorum” dediği basında yeniden yer alan “anılar” arasında…
Buna bağlı olarak, “Mustafa”nın daha öğrencilik ait günlüğünde yapacağı “devrimler”le ilgili ipuçları verdiği; ve “Elime kudret geçerse, bir günde darbeyle sosyal hayatı değiştiririm” diye yazdığı da filme gündeme geliyor…
“Filmin temâsı”nı bir televizyon programında anlatan Dündar’ın, “Mustafa”nın, “küçüklüğünden beri yapılacak “çok işleri” varmış gibi daima “acelesi”nin olduğunu söylemesi ve buna Harf İnkılâbını örnek vermesi, “bir günde darbeyle” yapacağı “devrimler”i hatırlatıyor.
Bin yıllık Selçuklu ve Osmanlı kültürünün yazılı olduğu tarih, kültür, medeniyet, ilim ve irfan birikimi Arapça harfleri yerine Lâtinceye geçilmesi süreci üzerindeki münâkaşalar, bu bakımdan dikkate değer.
Bazı “inkılâpçı arkadaşları”nın en azından belli bir uyum süreciyle bir süre resmî evraklarda ve gazetelerde yanyana iki yazının yazılması, Lâtinceye yavaş yavaş geçilmesi önerilerine karşı çıkıp bir gecede tek başına “inkılâp” kararını alarak tepeden tatbikata koyan M. Kemal’in, “darbe gibi devrimi”, “az zamanda çok işler başardık” nutkuyla da uyuşuyor.
Ve sosyologlara göre üçyüz senede ancak tatbikata konulabilecek “Harf İnkılâbı” gibi toplumu kökten değiştiren bir “değişim - dönüşüm” ve “devrimi”, bir gecede gerçekleştiriyor.
Gerçek şu ki bundan tam seksen sene önceki “Harf devrimi”nde M. Kemal’in “inkılâpçı arkadaşları”nın dahi bu hızlı devrim dayatmasına şaşırmaları, “Bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüzyüz sene yapılmaz” tespitindeki hakikati ortaya çıkarıyor.
1 Kasım 1928’de, “yepyeni bir millet meydana getirmek” sloganıyla bin yıllık İslâm kültürünü ve bütün mefâhiri İslâm nâmına geçen tarihi silen ve bizzat “inkılâpçılar” tarafından amacının “kültür devrimi” olduğu itiraf edilen “Harf Devrimi”ni, 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tedkik Cemiyeti”nin kurulmasıyla “Dil Devrimi” tâkip etti. Türkçe, bizzat M.Kemal tarafından yurda dâvet edilip “Dilaçar” soyadı verdiği pasaportu “vatansız” damgalı Ermeni dilci Agop Martayan’ın “başuzmanlığı”na emânet edildi…
DEVRİMLERİN TEMEL AMACI...
Bin yıllık tarih bütünüyle ketmedildi; okullarda okutulan tarih kitapları İslâm ve Osmanlı tarihinden tecrid edilerek, beş bin yıl önceki efsanelerle dolduruldu. Ardından 26 Eylül 1932’de Birinci Türk Dil Kurultayında, İslâm inancından sıyrılmayı hedefleyen, “yabancı asıllı bütün kelimelerin Türkçeden atılması”nı esas alan ve “öz Türkçecilik” ve “arı dilcilik” dayatmasın ardından zengin İslâm ve Osmanlıca kültürünün tasfiyesine girişildi… Peşinden İslâmî mânâyı hatırlatan kelimeler yerine “Türkçe kökünden meydana gelen kelimelerin türetilmesi” ameliyesi başladı.
Viyanalı dilci Dr. Phil Hermann F.Kvergitch’in “Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi” isimli 41 sayfalık tezini, dostu dönemin Matbuât Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’e gönderdiğini anlatan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, M. Kemal’in bunu görür görmez “Aradığımı buldum!” deyip F.Kvergitch’i Dil Kurultayına çağırır; ve bu tezin ortaya atılan “Güneş Dil Teorisi”ne ilham kaynağı olduğunu belirtir.
Bunu gibi yeni rejimin tarih kitapları için referans, yine İngiliz tarihçi G.H.Wels’in “Tarihin Ana Hatları” isimli çalışması olur. Özetle İngiliz tarihçi ve gazeteci Lord Kinross’un, “M. Kemal’in yeni ulus inşasında yapmak istediği”nin, “Türk milletini milletlerüstü İslâm vatanından kurtarmaktı” cümlesi, sözkonusu devrimlerin temel amacını açıklar. Keza İsmet İnönü’nün, 25 Kasım 1987’de Milliyet’te çıkan, “Harf inkılâbının bizde büyük tesiri ve faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır” ikrarıyla bu maksat te’yid edilir.
Maksat, “dinden tecrit” zihniyetiyle, din yerine “zâhiren milliyetçilik, hakikatte ırkçılığın” ikamede edilmesidir. Dinden bîbehre tarih ve kültürdür…
“Film”, bu açıdan önemlidir; zira devam ediyor…
03.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|