Geçtiğimiz haftaki “İlâhî inayet” yazımızda geçen “hizmette hırs-neticeye kanaat” ifadesini müstakil olarak daha geniş bir şekilde ele alma ihtiyacı hâsıl oldu.
Evvelâ bu ifadenin Risale-i Nur’da kullanıldığı pasajın orijinal metnini hep birlikte okuyalım:
“Gerçi umur-u uhreviyede (ahirete yönelik amellerde) hırs ve kanaatsizlik bir cihette makbuldür; fakat mesleğimizde ve hizmetimizde—bazı arızalar ile—inkisar-ı hayal (hayal kırıklığı) cihetiyle, şükür yerine me’yusiyetle şekva etmeye sebep olur, belki de hizmetten vazgeçer. Onun için mesleğimizde kanaat daima şükrü ve metaneti ve sebatı netice verdiği için, ihlâs dairesinde, hizmet noktasında çok hırs ve kanaatsizlik gösterdiğimiz halde, neticelerine ve semerelerine karşı kanaatle mükellefiz.” (Emirdağ L., s. 80)
Bu ifadelerden çıkarılacak birinci mesaj şu:
İmanlı bir hayatın genel prensiplerinden biri olan kanaat, hizmette de asıl olmalı. Çünkü Allah’a teslim ve tevekkülün tezahürü olarak kanaat, her hal ve şart altında daima şükür, metanet ve sebatı netice veriyor. Kanaatsizlik ve hırs ise, bilhassa işler yolunda gitmediği ve beklenen sonuçlar alınamadığı zamanlarda hayal kırıklığına, ümitsizliğe ve bazan da sırf bu yüzden, Allah muhafaza, hizmeti bırakmaya yol açabiliyor.
Ancak bunları ifade eden Üstad, aynı zamanda “ihlâs dairesinde, hizmet noktasında çok hırs ve kanaatsizlik göstermek”ten söz edip, kanaati ise netice ve semereler bahsinde telâffuz ediyor.
İşte bizim “hizmette hırs, neticeye kanaat” şeklinde ifadeye çalıştığımız formülün esası bu.
Peki, bu ikisini nasıl telif edebilir; özellikle hırs gibi “olumsuz” bir duyguyu hizmet açısından faydalı olacak şekilde nasıl istihdam edebiliriz?
Bu sualin cevabına ışık tutan bir izahı Dokuzuncu Mektup’ta buluyoruz. Orada, insandaki hissiyatın mecazî ve hakikî olmak üzere iki mertebesi olduğu anlatılırken verilen örneklerden biri de hırs: Mal, makam-mevki, şöhret gibi hedefler için gösterilen şiddetli hırs, bunların hepsinin fâni, geçici, afetli ve tehlikeli oldukları fark edildikten sonra, insanı Allah’a yaklaştıracak hakikî makamlar olan manevî mertebelere ve ahiret azığı ve hakikî servet niteliğindeki salih amellere yönelerek yüksek bir haslet olan hakikî hırsa dönüşüyor. (Mektubat, s. 37)
İşte tamamen uhrevî eksenli nur hizmetinde gösterilecek hırs ve kanaatsizlik de bu kabilden.
Ama bu hırs, mevcutla yetinmeyi himmetsizlik olarak gören ve tevekkülü, sonucun tahakkukunu sebepler zincirinin tamamlanması şartına bağlayan İlâhî iradenin koyduğu nizamın kurallarını harfiyen yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’tan bekleme anlamıyla yorumlayıp tatbik ederek, hizmeti hep daha ileri hedeflere taşımayı öngören bir anlayışla yönlendirilmeli.
Ve asla gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir nüans: Hizmette gösterilecek hırs ve kanaatsizliğin de çerçevesi “ihlâs dairesi” olmalı.
Bu ölçünün bir vechesi: “Hizmeti geliştirmek istiyorum” derken, ihlâsı zedeleyecek tavırlara girilmemeli. Enaniyet, benmerkezcilik, tekelcilik, tenkitçilik, dışlayıcılık gibi ârızalarla şahs-ı manevî ruhuna zarar verip müşterek hizmet ahengini bozacak vahim yanlışlara düşülmemeli.
Hizmetteki hırs, araya başka hiçbir şey katmadan sadece Allah rızasını hedef alan ve dünyevî değil, tamamen uhrevî eksenli olan çalışma ve faaliyetleri ilerletip geliştirmeyi amaçlamalı.
Bunun âdetullah kanunlarıyla belirlenen süreçlerinde sebepler zincirinin eksiksiz tamamlanması, bu amaca yönelik olarak hizmet arkadaşlarıyla müşterek mesai sisteminin en uygun şekilde tanzim ve kanalize edilmesi sağlanmalı.
Bu safhalarda hiçbir noksan ve gedik bırakılmadığından emin olunarak sürecin bir aşaması tamamlandığında da, ortaya çıkan netice şükür, rıza, kanaat ve tevekkülle karşılanıp hizmetin bir sonraki aşama ve hamle sürecine geçilmeli.
İhlâs, istikamet, sebat ve metanet çizgisinde.
02.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|