Bush’un sekiz senelik başkanlığının altı yılında Türkiye’de iktidar AKP’deydi. Hattâ 3 Kasım 2002 seçimine yargı engeli sebebiyle sokulmadığı için milletvekili dahi olamayan Erdoğan’a ilk davet Bush’tan gelmiş ve AKP lideri, soluğu derhal Beyaz Saray’da almıştı.
Ondan sonra da anayasa değişikliği ve Siirt’te seçimi yenileme formülüyle Meclise girip başbakanlık koltuğuna oturmasının yolu açılmıştı.
Aradan geçen altı yıl zarfında Bush ve Erdoğan defalarca görüştü. Bunların çoğu Beyaz Saray’da veya uluslararası toplantılarda, biri de ABD Başkanının Türkiye gezisinde gerçekleşti.
Yakınlıkları o derecedeydi ki, fiyaskoyla biten BOP projesiyle ilgili bir toplantıda Bush sırtını sıvazladığı Erdoğan’a “Büyük adamsın dostum” diye iltifat ediyor; Başbakanın Dünya Bankasında çalışan oğlunun ahvalini soruyor ve Emine Hanım dört sene önceki başkanlık seçimleri için “Bush kazanacak” tahmininde bulunuyordu.
Ama bu şahsî ve ailevî yakınlığın, ABD’nin Türkiye ile ilgili politikalarına olumlu bir etkisi olmadı. Meselâ Irak örneğinde savaş tezkeresinin Mecliste reddi üzerine Beyaz Saray’ın kabaran öfkesi, daha sonra aynı tezkerenin apar topar parlamentodan geçirilmesine ve Türkiye’nin Irak işgali için lojistik destek üssü haline getirilmesine rağmen bir türlü teskin edilemedi.
Keza, Erdoğan’ın zaman zaman Irak’taki ABD ve Filistin’deki İsrail vahşetine karşı söylem düzeyinde yaptığı, ama gereğini fiiliyata yansıtmadığı tepkiler ABD’yi hop oturtup hop kaldırdı.
Türkiye’nin çok başını ağrıtan sorunlardan biri olan PKK terörü konusunda da AKP iktidarı, taleplerini Bush yönetimine birinci ağızdan defaatle iletmesine rağmen bir sonuç alamadı.
TSK’nın Kuzey Irak operasyonlarına bile geçen seneye kadar ABD hep karşı çıktı. Nihayet meş'um Dağlıca saldırısından sonra sınırlı bir harekâta yeşil ışık yakar gibi oldu, ama bunu takiben yapılan operasyonlar da sorunu çözmedi.
Terör örgütü, Irak işgaliyle birlikte ABD’nin kontrolüne giren bölgede varlığını, faaliyetlerini ve Türkiye’ye saldırılarını hâlâ sürdürebiliyor.
Durum bu olmasına rağmen, Bush yönetimi ve onu yönlendiren neocon çeteler, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” mantığıyla, Türkiye’de ABD düşmanlığının arttığından şikâyetçi oldular ve AKP’ye bunu önlemesi için baskı yaptılar.
Yani, Bush ve AKP döneminde ABD-Türkiye ilişkileri inişli çıkışlı, çelişkili bir seyir takip etti.
Ve AKP, başlangıçta önünü açan Amerikan yönetimini, iktidardaki uygulamalarıyla bir türlü memnun edemedi. İşin asıl sıkıntılı tarafı da, bu yüzden, Türkiye-ABD ilişkileri olması gereken gerçekçi ve dengeli zemine oturtulamadı.
Şimdi başkanlık seçimini kazanan Obama, bu ilişkilere de yeni bir şekil vermek durumunda.
Ve bunun işareti, seçimden önce açıklanan parti seçim bildirgesinde yer almış; Obama, yardımcısı Biden’la birlikte, Bush döneminde hasar gören ABD-Türkiye stratejik ortaklığını restore edeceği ve yine Bush’un işgalci Irak politikalarının azdırdığı PKK terörüyle çok ciddî şekilde mücadele edeceği taahhüdünde bulunmuştu.
“Stratejik ortaklık” lâfı Bush döneminde de zaman zaman telâffuz edildi; ama nihayetinde Türkiye’yi “BOP’un taşeronu” olarak kullanma tezgâhı bağlamında gündeme geldiği ve neocon çetelerin kontrolündeki Cumhuriyetçi Parti politikaları dünyada ve bölgede demokrasiden çok hegemonya hesaplarına dayandığı, hattâ “demokrasi getirme” iddiası bile işgal ve savaş yöntemiyle uygulamaya konulduğu için, yeni dönemde “Demokrat farkı”nın gösterilmesi lâzım.
Obama’yı başkan yapan Amerikan demokrasisinin, aynı başarıyı, ABD’nin dünya ile ilişkilerine de yansıtması gerekiyor ki, Bush ve neocon politikalarının yol açtığı tahribat giderilsin.
Buna paralel olarak, ABD-Türkiye ilişkileri de demokrasiyi, hukuku, hak ve özgürlükleri öne çıkaran bir yaklaşımla yeniden dizayn edilsin.
07.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|