İktisat ve kanaat, hikmete uygun harekettir
İktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir... İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır.
Zâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîmin muktezasıyla, herşeyde en hafif sûreti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur. İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır.
Ey iktisatsız, israflı insan! Bütün kâinatın en esaslı düsturu olan iktisadı yapmadığından, ne kadar hilâf-ı hakikat hareket ettiğini bil; “Yiyin için fakat israf etmeyin” âyeti ne kadar esaslı, geniş bir düsturu ders verdiğini anla.
Lem’alar, 30. Lem’a, 3. Nükte, 5. Nokta, 1. Mesele
***
Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray sûretinde ve muntazam bir şehir misâlinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır” der, dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.
İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev’inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın.
İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.
Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. “Hâkim benim” der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. “Aman, doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün” dedirmeye mecbur edecek.
İşte, iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et’imeden gelen sun’î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
Lem’alar, 19. Lem’a, İkinci Nükte
Sâni-i Zülcelâl: Sonsuz büyüklük sahibi olan ve her şeyi san’atla yaratan, Allah (cc).
ism-i Hakîm: Hakîm ismi; Cenâb-ı Hakk’ın hikmetle, faydaları takip ederek iş gören manâsındaki ismi.
mukteza: İktiza eden, gereken.
abesiyet: Faydasız ve boş olma.
fıtrat: Yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
hilâf-ı hakikat: Gerçeğe aykırı, hakikata muhalif.
Fâtır-ı Hakîm: Herşeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah (cc).
kuvve-i zâika: Tat alma duyusu.
medar-ı muhabere: Haberleşme vasıtası.
mugaddî: Gıdalı, besleyici.
müsavi: Eşit.
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti, mahlûkatın yaratılışında Allah’ın gayeleri.
tevfik-i hareket: Hareketin uygun olması.
tenevvü-ü et’ime: Yiyecek çeşitleri.
iştihâ-yı kâzibe: Yalancı iştah.
|
Bediuzzaman Said Nursi
07.11.2008
|