Keser döner, sap döner...
Atalarımızın, güzel bir deyişi vardır: “Keser döner/sap döner/ gün gelir/hesap döner”, derler.
Gerçekten; gün gelir, tüm hesap ve beklentiler, tersine dönebilir. Bu deyişi hiç unutmam, hep aklımdadır. İşler, kötü gitse de aklımdadır; işler, çok iyi gitse de aklımdadır. Bazen, karanlıklarda bir umut çağrıştırır; bazen, pırıltılı günlerde, bir soğukkanlılık uyarısı.
Ama her ne durumda olursam olayım, bu deyiş hep aklımdadır. Ergenekon davası, olarak isimlendirilen davanın ilk gününde; Silivri Cezaevi kompleksinin önünde yaşananlar, bu deyişin ne denli doğru bir deyiş olduğunu, bir kez daha gösterdi.
Bu arada, şunu da vurgulamak isterim; “Ergenekon”, bir terör örgütü değildir ve Ergenekon davası da, (bence), bir terör örgütü davası değildir. Fakat bu davanın, yakın tarihimizdeki pek çok olaya, ışık tutacağına ve pek çok insanın foyasının ortaya çıkacağına, eminim. Kendini, “dokunulmaz”, zannedenlerin; pekala, “dokunulabilir”, olduklarının ortaya çıkması bile, başlı başına bir kazanımdır.
Davanın ilk günü; ülkenin değişik yörelerinden, yargılanan arkadaşlarına destek olmak için gelen yandaşlarının kontrol edilememesi, biraz garip oldu. Fakat, duruşmaların ilk günüydü ve beklenmeyen bir katılım olmuştu. Bu bakımdan; acemiliklerin mazur görülmesi mümkündü.
Fakat o karışık ortamdan moral bulan, kimi tutuksuz zanlıların ve destek için gelen kimi siyasetçilerin, ileri geri konuşmaları, her halde hep akıllarda kalacak. Bu konuşmalar arasında, beni çok şaşırtan ve “keser döner...”, deyişini anımsatan şey; İstanbul Üniversitesi’nin, Cumhurbaşkanı Sayın Sezer tarafından görevden alınan İstanbul Üniversitesi’nin Eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun; “kostaklana, kostaklana”, konuşması oldu. Mikrofonların yerleştirilmesiyle oluşturulan kürsüye gelerek, attı-tuttu.
Doğrusu; gülünecek değil, ağlanacak bir hal idi. Sayın Alemdaroğlu görevden alındığı zaman; “Bizim kitabımızda, düşene vurulmaz”, diyerek; o konularda, hiçbir şey yazmayacağımı vurgulamıştım. Gerçekten, bu konuda yıllarca yazmadım.
Fakat ne zaman ki; geçmişte yaptıkları unutuldu zannederek, ortaya çıktı ve özellikle; Kocaeli Üniversitesi’ndeki bir televizyon programında, gene Atatürkçülük perdesinin arkasına sığınarak, atıp tutmaya başladı, yeniden yazmaya karar verdim. “Bu bey, geçmişten ders almasını bilmiyor”, dedim. Kocaeli Üniversitesi Rektörü, Sayın Sezer Komsuoğlu, (sözde küsmüştü ama), hemşerisine bir jest yaptı ve okulunun kapılarını ve salonunu açtı. Her zaman ve her yerde, böyle sadık hemşeriler bulmak elbette mümkün değil...
Sayın Alemdaroğlu; bugün, hukuk devletinin gereksinimi içinde. Daha doğrusu, bunu dile getiriyor. Fakat eğer hukuk devleti, “adil bir karar” alırsa, bu kararın ne olacağını, hiçbirimiz bilemeyiz. Oysaki güçlü zamanında; “hukuka” değil, “yasalara” sarılıyor ve yasaları, hep kendi lehine yorumlayarak, bunun “yasal hakkı” olduğunu söylüyordu. Yemin etse, başı ağrımaz...
Anlatılabilecek, anımsatılabilecek yüzlerce olay var. Fakat hepsini anımsatmanın, gereği yok. Ben, sadece birkaç örnek vermek istiyorum. Sayın Alemdar yasal hakkını kullanarak, İstanbul Üniversitesi Senatosu’na; bizim, “Uluslararası İlişkiler Bölümü”nü, kapattırmış ve 1.000’e (bine) yakın lisans ve 100 (yüz)’ün üzerinde lisansüstü öğrencisi; bir anlamda, ortada kalmıştı.
Bu arada; bölümün 19 öğretim üyesi de, ne yapacağını bilemez bir duruma gelmişti. Bu meslektaşlarımızın bir kısmı, İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne; bir kısmı, diğer üniversitelere gitti. Ben dahil bazıları da, diğer bölümlere servis dersleri vermeyi sürdürerek, İÜ İktisat Fakültesi’nde kaldık. Bir süre sonra; İstanbul SBF’de, bir profesörlük için ilan yayınlandı. Bizden giden genç ve değerli bir arkadaş, (bu hanım, şimdi bir üniversitenin başarılı bir rektörüdür), bu kadroya başvurdu. Hemen, ikinci bir gazete ilanı, “Bu ilan, yani söz konusu ilan yanlışlıkla verilmiştir”... İlan paraları, elbette devletten...
İnsan utanır. Daha sonra; aynı fakülte için, bir doçentlik kadrosu ilanı çıktı. Bu kadroya da, bir başka yakınım başvurdu. Jüri kuruldu ama, aylarca yanıt gelmedi. Bir gün; Cumhuriyet Gazetesi Vakfı’ndan, Sayın Alev Coşkun’un aracı olduğu bir telefon konuşmasıyla, “Toktamış, eğer açtığı davaları geri alırsa, kadronuz açılacak”, denilince, bu meslektaşımız da, emekliliğini istedi. Şimdi o da, bir üniversitede enstitü müdürü ve profesör...
Fazla uzatmayacağım, zaten yerim de yok. Ama bu bey, şimdi adalet istiyor ve (herhalde) çok korkuyor. Atalarımız güzel söylemiş: “Keser döner/sap döner/ gün gelir/ hesap döner”...
Bugün, 6.11.2008
|
Toktamış Ateş
07.11.2008
|
|
Korku imparatorluğunun sonu mu?
Amerikan seçimlerinde bazılarının endişeyle beklediği sürpriz olmadı; Barack Obama seçimi kazandı. Bu bir devrim.
Sivil Haklar hareketinin ırklararası eşitliği sağlamasının ardından henüz 50 yıl bile geçmeden babası göçmen, dedesi Müslüman bir siyahinin Amerikan başkanı seçilmesi küçümsenecek bir olay değil. Her şeye rağmen ‘Amerikan rüyası’nın hâlâ gerçekleşebilir bir rüya olduğunun işareti.
Amerikan sisteminin toplumun alt katmanlarından, ‘sistem’in dışından gelen unsurlara sunduğu ‘rüya’ bu göçmenler ülkesinde ‘entegrasyon’un anahtarı. Başörtülüleri, Kürtleri ve Alevileriyle ‘Türkiye’nin zencileri’ni sistemden dışlamaya programlı bizim ‘rejim muhafızları’mız umulur ki Obama’nın seçiminden bir ders çıkarırlar.
Neredeyse tüm dünyada bir tür ‘Obomania’ çılgınlığının esmesi, Obama’nın pop star muamelesi görmesi seçimlerde son ana kadar devam eden büyük çekişmeyi ortadan kaldırmadı. Sekiz yıllık Cumhuriyetçi Bush yönetiminin ardından Obama’nın daha kolay bir zafer kazanması beklenirdi. Özellikle Irak’ta batağa saplanan, tüm dünyada Amerika’nın itibarını yerle bir eden ve en son da ülkeyi ve dünyayı sarsıcı bir ekonomik krize götüren bir yönetimin mirasçısı olan Cumhuriyetçi adayın Obama’yı bu kadar zorlaması ve oyların % 48’ini alması dikkate değer. Galiba bu, 11 Eylül sonrası yaratılan korku kültürünün, yaşanılan ve ardından sürekli yeniden üretilen ‘güvenlik travması’nın bir sonucu.
Korkularla beslenen ve ‘terörle mücadele’ adına meşrulaştırılan ‘illiberal’ Amerikan demokrasisi şimdi bir restorasyon dönemine hazır. Obama’nın seçimi 11 Eylül sonrası içeride kurulan ‘güvenlik devleti’nin tedricen geri çekilmesinin başlangıcı olabileceği gibi, bu güvenlik devletinin dışarıda izlediği saldırgan dış politikanın da sonu olabilir. Yani Amerika yeni başkanıyla ‘post-11 Eylül’ dönemine girme şansına sahip.
11 Eylül sendromunu atlatan bir Amerikan yönetiminin, Avanjelik ‘neo-con’ların yarattığı küresel gerginliği düşürecek tarzda yeni bir diplomatik dil geliştirmesi ve saldırgan dış politika çizgisini terk etmesi beklenir. Bu bağlamda Bush yönetiminin özellikle 11 Eylül sonrasında yöneldiği müttefikleriyle ortak hareket etmeyen ‘tek yanlı diplomasi’ anlayışının terk edileceği söylenebilir. Obama yönetiminin önündeki en önemli iş, Amerika’nın küresel yalnızlığına ve itibar kaybına son vermek olmalı. Obama, kişiliği, siyasi tarzı ve kökleri ile bunu başarma imkanına sahip. Yani Obama ABD için bir şans; bütün dünyada Bush politikalarıyla itibarı yerle bir olan Amerika için bir fırsat.
Obama’nın neredeyse tüm dünyada yarattığı olumlu bir hava var. Amerika ya bu şansı değerlendirmeyip bir ‘korku imparatorluğu’ olmaya devam edecek veya dünya ile birlikte küresel sorunlarda sorumluluklar alan, uluslararası örgütlerle çalışan, müttefikleriyle mutabakat arayan ‘liberal cumhuriyet’ olacak.
Bush yönetimi altında ‘yumuşak gücünü’ kaybeden, dünyanın en nefret edilenleri arasına giren ABD, Obama ile yumuşak gücünü restore etme imkanına kavuşuyor. Obama, 11 Eylül sonrasında bir ‘korku imparatorluğu’na dönüşen Amerika’yı demokratik bir yumuşak güce dönüştürebilir.
Obama’nın ‘değişim’ iddiasının uluslararası politikada en somut ve çarpıcı ifadesi Filistin meselesinde alacağı tutum olacak. İsrail’in güvenlik kaygıları kadar Filistin halkının taleplerine de duyarlı olan bir Amerikan yönetimi kalıcı bir barışın zeminini hazırlayabilir. ‘Değişim’ ancak Filistin meselesine de uygulandığında anlamlı.
Obama’nın seçimi kuşkusuz Amerika’yı yeniden yaratmayacak. Ekonomik, siyasi ve askeri gücüyle bir dev olan Amerikan yönetim mekanizması hâlâ dünyada birçok sorunun yaratıcısı ve tarafı olacak. Beklenti, Obama’nın Amerika’sının bazı sorunların çözümünün de parçası olması. Obama’nın seçimi, ‘ılımlı Amerika’ya doğru bir adım. Gücünün sınırlarını bilen bir ‘süper güç’ daha barışçıl bir dünyanın kapısını aralayabilir.
ı, Zaman, 6.11.2008
|
İhsan Dağ
07.11.2008
|