Kur’ân’a, imana cesaretle hizmet etmek Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebinin ana umdelerindendir. Zira, Risâle-i Nur’u tanımak bir nimettir. Hakikî şükrü, yalnız, sözlü hamd değil, ancak hizmetle edâ edilebilir. Ayrıca, cesaretin kaynağı imandır. İmana hizmet ise, elbette, başkalarından değil, yalnızca Allah’tan korkarak yapılmalı.
Bediüzzaman, dessas zalimlerin, ehl-i dünyanın ajanlarının ve propagandacılarının, korku damarını işleterek mü’minleri hizmetlerinden alıkoyduğuna ve çok fena işler yaptırabileceklerine dikkat çeker. 1 Tarih bunun fecî örnekleriyle dolu.
Aslında korku damarının verilmesinin sebebi, hayatı korumak ve yalnız O’ndan korkmaktır. Eğer bu duygu olmasaydı, bir saat yaşayamazdık. Korkunun sebebi üç dört ihtimalde bir olursa o korku meşrû olabilir. Aksi halde hayatı azaba çevirir. Evet, hayatın korunması için olmak şartıyla, bazı uhrevî işlere muvakkaten tercih edilmesine şer’î ruhsat, izin var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binâen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve basit dünyevî zarar yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder. Çağın gaddar ve sefih medeniyeti, israfı ve alışkanlıkları, bağımlılıkları öylesine şırınga etmiş ki, zarurî olmayan ihtiyaçları zarurî hale getirmiş. Basit bir ihtiyaç için dinî meseleleri terk ettiriyor veya rüşvet verdiriyor. 2 Halbuki, yalnız hayatî tehlike ve ağır işkence sözkonusu olduğunda ruhsatla amel edilebilir.
Aslında korku damarı, Şedidü’l-İkab, Kahhar, Cebbar olan kâinatın Yaratıcısından korkmak için verilmiştir. Eğer korku duygusu, yerli yerinde kullanılmazsa hayatı azaba çevirir, insanın sonsuz hayatını da tehlikeye atar.
Korku duygusu niçin verilmiştir? Korku, ya halka veya Hâlık’a yönelik olacak. Halbuki halktan korkmak, elîm bir mûsîbettir. Zira, korktuklarımız, ya merhamet etmez veya yalvarmalarımızı, özürlerimizi kabul etmez. Öyle birisinden korkmalıyız ki, değsin ve lezzete dönüşsün. O da ancak, aynı zamanda sonsuz Rahman (her şeyi, herkesi yaratıp besleyen, yaşatan), Rahîm (acıyan, seven, yardım eden) Kahhar-ı Zülcelâl olmalı.
Kur’ân, kimden korkup-korkmayacağımızı şöyle ferman eder: “Şu halde, eğer imân etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.” 4
Celâl Sahibi’nden korkmak, O'nun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir. Korku, bir kamçıdır; O'nun rahmetinin kucağına atar. Tıpkı, bir annenin yavrusunu korkutup sînesine celb etmesi gibi. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şefkat sînesine celb ediyor. Bütün annelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir damlasıdır. Demek, Allah’tan korkmakta büyük bir lezzet vardır. 5
Evet, dessas zalimler, yalnız kendi çıkarını düşünen egoistler; halkın ve özellikle ulemânın bu damarından çok istifâde ederler. Korkuturlar, evhamlarını tahrik ederler; korkakları gemlendirip hizmetten alıkor veya kendilerine taraftar yaparlar.
Yapılan araştırmalara göre; köpek, insanın yaydığı “korku kokusunu” alıyormuş ve korkakların üzerine üzerine gidiyormuş. Cesaretle tersleyenlerden ise, korkup çekiniyormuş. Zira, insanın korku duygusunun çıkardığı bir koku veya bir dalga varmış, bunu köpekler alıyor, hissediyor ve ona göre davranıyormuş. İki ayaklı “tekepküp” etmiş “ekpek”ler de korkak olanları hissediyor ve ona göre korkakların üzerine gidiyor ve gemlendiriyor! Özellikle, bu konularda ihtisâs sahibi olmuş ve “alıcısı” kuvvetli olan dessas zâlim iseler...
Şu halde, cesaretin, ihlâsın, samimiyetin, sevginin de yaydığı bir koku ve dalgaboyu olması gerekir. Onun derecesine göre, muhataplar etkileniyor! Şüphesiz ki, onlar da alıcılarının derecesine göre etkilerler.
Dipnotlar: 1- Mektubat, s. 403. 2- Kastamonu Lâhikası, s. 74. 3- Âl-i İmrân: 175, Bakara: 150. 4- Sözler, s. 322. 5- Mektûbât, s. 403.
07.11.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|