Amerikan seçimlerinin hayhuyu ortasında Avrupa Birliği Komisyonu’nun “Türkiye İlerleme Raporu” yeterince tartışılamadı. Oysa raporda Ankara’ya iletilen noksanlıklar, Türkiye’nin demokratikleşmesi için oldukça önemli.
Ne var ki Ankara, hâlâ raporda dikkat çekilen başta yeni anayasa, yargı reformu, ifâde özgürlüğünün AİHM ictihatları çerçevesinde genişletilmesi, siyasetin demokratikleşmesi ve temel hakların uluslar arası standartlara uyumlu getirilmesi başlıklarını siyasî bir çarpıtmayla âdeta geçiştiriyor.
Dışişleri Bakanı Babacan’ın, raporu genelde “olumlu” bulup “noksanlıkları” saymaması, her sene tekrarlanan bu kısırdöngünün tezâhürü.
Bunun içindir ki AKP hükümetinin, halktan güçlü şekilde aldığı yetkiye rağmen siyasî reformlar konusunda tutarlı ve kapsamlı bir program ortaya koyamadığı eleştirisine vereceği doğru dürüst bir cevabı yok.
İktidar partisinin, ihtilal ürünü 82 anayasasından başlayarak, Türkiye’de temel hakları AB demokrasi normlarıyla uyumlu hale getirecek çalışmaları bir tarafa bıraktığını hatırlatan raporda, buna rağmen bugüne kadar hiçbir bir taslak ve çalışmanın Meclis’e ve kamuoyuna sunulmadığının belirtilmesi, siyasî iktidarın “terör” ve “ekonomik kriz” bahanesiyle üstünü örttüğü ciddî bir demokratik irâde zâfiyetini açığa çıkarıyor…
DEMOKRASİ VE
ÖZGÜRLÜKLERDE KIRIKLIKLAR…
Gerçek şu ki Türkiye’nin son bir yılının değerlendirildiği raporda da belirtildiği gibi siyasî iktidar, âlâ-yı vâlâ ile ortaya attığı “yeni sivil anayasa”yı rafa kaldırmakla kalmadı; bir tartışma takvimi dahi belirlemedi. İfade özgürlüğünde hiçbir iyileştirme ve ilerleme sağlanamadı.
Meselâ raporda da yer verildiği gibi, bazı gazeteci ve medya kuruluşlarının resepsiyonlara ve brifinglere katılmasına hâlâ izin verilmiyor. Başta 301. madde olmak üzere hâlâ ifade özgürlüğünün önünde vâhim engeller bulunuyor. Hâlâ düşünceyi ifâde “suç” sayılıp yargılanıyor. Hâlâ sırf deprem gibi umumî bir mûsîbetlere inancı gereği mânevî yorum getirenlere hapis cezaları veriliyor.
Ve ne yazık ki siyasî iktidar, bu konuda da “iyileştirme” çabası bir yana, gerilmeye gidiyor. Dahası, “terörle mücadele” bahanesiyle “gözaltı sürelerini uzatılmasını” ve jandarmanın şehirlerde kolluk görevi yapmasını, sorgulama ve aramalarda hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı kayıtları geri getirmeye çalışıyor.
AKP siyasî iktidarının siyasî partiler ve seçim kanunlarında ciddî bir değişikliğe gitmemesi de raporda atıfta bulunulan önemli eksikliklerden. AB siyasî kriterlerinin başında olmasına ve her yıl hatırlatılmasına rağmen, altı yıldır partilerin kayıtlı üyelerine dayalı, hakim nezaretinde ön seçimi ve istediği adayı esas alan tercih sistemine hâlâ el atılmış değil; sürekli savsaklanıyor; gündeme dahi getirilmiyor…
İktidar partisinin bir grup akademisyeni görevlendirip anayasayı ve temel hakları uluslar arası standartlarla uyumlu hale getirme teşebbüsünün akamete uğramasına atıfta bulunulan ve “Türkiye’de ifade özgürlüğüne tam saygı gösterilmesi için çabalar geliştirilmeli ve güçlendirilmeli” denilen raporda, ne yazık ki bazı hususlar da çarpıtılmış.
“301’de siyasî etki”nin olumsuzluğuna dikkat çekilip, halen onlarca gazeteci ve yazarların yargılandığı ve ceza aldığı Türk Ceza Kanununun 216. maddesinin atlanması bunlardan biri.
Yine Meclisin Şubat 2008’de üniversite öğrencilerine başörtüsü yasağını kaldırmak amacıyla anayasada yaptığı değişikliklerin Anayasa Mahkemesince iptalinin nazara verilmesinin yanı sıra “akreditasyon”, “internete sansür”, “örgütlenme hakkı”nın korunması, raporun öne çıkan eleştirilerinden. Basın ve elektronik medyaya yönelik süre giden baskıların sonlandırılması için basın özgürlüğüne tam olarak saygı gösterilmesine ihtiyaç duyulduğunun belirtilmesi, doğrusu Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler önündeki bariyerleri ortaya koyuyor.
“DİN DERSİ” ÇARPITMASI…
Ancak raporda gazeteci ve medya kuruluşların durumuna, salt “Roj Tv’nin kapatılmaması”nın misal verilmesi ve özellikle “inanç özgürlüğü”nün yine bir çarpıtma olan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin zorunlu din dersleriyle ilgili kararı”yla açıklanması, çarpıtmalar zincirinin bir başka yönü.
Belli ki Ankara’dan bildirilen yanlış ve yetersiz bilgilerle, İslâmiyet Hıristiyanlığa kıyas edilmiş; Alevilik Müslümanlıktan ayrı bir mezhep ve hatta “din” olarak görülmüş. “Alevî çocukların din derslerinden muaf tutulması”nın istenmesi, bunun göstergesi…
Ne var ki bütün bunlar da AKP siyasî iktidarının ABD eksenli politikalara dalıp AB’yi umursamaması ve söz konusu çarpıtmaları düzeltmemesinden ileri geliyor.
“İnanç özgürlüğü” denilince AB’nin, dinî bir vecîbe olan ve yegâne anayasal kuruluş olan Diyanet’in kararlarıyla “Allah’ın emri” olduğu belirlenen başörtüsü yasağını değil, “Alevilik öğretisi”ni nazara vermesi, hükümetin AB ile ilişkilerindeki özensizliğinden kaynaklanıyor…
“Leyla Şahin dâvâsı”nda hükümetin Strasbourg’a bildirdiği, başörtüsünü “siyasî simge”, “gerginlik sebebi” ve “laikliğe aykırı” sayan, kanunsuz yasağı “yasal” gören ve hiçbir “dinî gerek”ten bahsedilmeyen “başörtüsü çarpıtması” bunun açık belgesi…
07.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|