Can Dündar’ın önce sponsorluk tartışmalarıyla gündeme gelen “Mustafa filmi”, bir gecede dayatılan “darbe gibi devrimler”i gündeme getirmekle kalmadı; laikliliğin dinden tecrid olarak lanse edildiği tek parti dönemindeki bazı çarpıklıkları da söz konusu etti.
Bunlardan birisi, Anadolu Ajansı aracılığıyla duyurulan ve 5 Şubat 1935’te Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “resmî tebliğ”de, “Atatürk’ün öz adının ‘Kemâl’ olarak yazılması”nın “sebep ve temelinin tahkiki” neticesinde bu kelimenin aslının ‘Kamâl’ olduğu”nun duyurulmasıydı. “Atatürk’ün muhafaza edilen soyadının ‘Kamâl’ olduğu ve bunun Arapça bir kelime olmadığı, Arapça’daki “olgunluk” kelimesine delâlet eden “Kemal” anlamına gelmediğinin kamuya ilân edilmesiydi.
Ne var ki M. Kemal’in “güçlü bir lider, ama inanılmaz tatminsiz bir insan” olarak resmedildiği filme, “düzene isyanı”nın ve bir bakıma “yasa tanımaz adam” oluşunun, daha doğumundan önce su çiçeğinden ölen kardeşinin mezarının kurtlar tarafından açılmasına yorumlanması, doğrusu garip geliyor.
Zira “Atatürk’ün gerçek kimliği”nin, “ölen babasının ardından başkasıyla evlenen anasına kırılmış bir ‘Mustafa”yı öne çıkaran psikolojik profili”le açıklanması, bin yıllık inanç, kültür ve irfan değerlerini altüst eden “inkılâpları”nın arka plânındaki “travmatik tepki”yi ve “başkaldırı”yı izâha yetmiyor…
“ÖZEL KİMLİK”TEN DEVRİMLERE…
Oysa bu hususu, ölümünden on beş gün sonra İngiltere Büyükleçisi Perey Loraine’in Londra’ya gönderdiği 25 Kasım 1938 tarihli, “Aziz Lordum; Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum” cümlesiyle başlayan 608 nolu telgrafı özetliyor.
“40 yıl boyunca açıklanmayacak - gizli” damgası vurulan ve Londra’ya özel kurye ile gönderilen bu gizli İngiliz belgesi mektupta, Loraine’nin “en derin sayılarıyla, en sâdık ve en mütevazi hizmetkârı” olduğu “Lorduna bildirmekten şeref duyduğu” “Atatürk’ün gerçek kimliği”ni, “çift karakterlilik” temelinde açıklıyor.
Yasaklanan H. C. Armstrong’un “Grey Wolf” (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insanın, “Atatürk’ü, çok yetenekli, inatçı bir enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlâk dışı ihtirasları olan; daha doğrusu dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır; bu tesbiti doğrular görünecek delilleri toplamak hiç de zor olmayacaktır” diyen İngiliz Büyükelçisi, buna bir başka tanım getiriyor.
“Müstesna ve takdire şayan bir kişi” olarak tanımladığı, “Atatürk’ün, bu şekilde tanıtılmasını yanıltıcı buluyorum” dedikten sonra, kendi tâbiriyle, “gözle görülün kural dışılığı sadece ayrı karakterliğe” yorumluyor. “Harf devrimi”nin, “ülkeyi laik kılarak ruh karartıcı yönetimler”den kurtarıp “on beş yıl gibi kısa bir sürede birçok şeyi yapması”nı buna bağlıyor.
“Atatürk’ün tüm karakterindeki bazı çelişkileri”, kendince “tensel günâhlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır” diye, “özel kimliği” tartışmaları arasında devrimlerine dikkat çekiyor.
“Korkarım ki gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak” diyen İngiliz Büyükelçisi Loraine’nin, M. Kemal’in “kendini yaşatacak bir sistem” kurduğunu anlatması ise “film”le alevlenen “diktatörlük” tartışmalarına bundan tam 70 yıl önce çarpıcı bir izâh getiriyor. “Tüm devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olması”nı, “sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti”yle açıklıyor.
İngiliz Büyükelçisinin, “Atatürk’ün idrak gücündeki esrarengiz yönü”nü bildirirken, “konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinç altını etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı” övgüsünün ardından, “Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı bir kişi olmuştu” tesbiti, daha o günden “Atatürk’ün görüş açısı” ve “devrimlerin amacı”na dair açık bir ifâde olmuştu…
“KARAKTER” VE “MESAJLAR”
Diğer yandan PKK terör örgütünün etnik provokasyonlarla kavmiyet dâvâsını tahrik ettiği, kardeş kavgasını kışkırtmalarının yapıldığı, Bediüzzaman’ın bundan 90 yıl önce “zemb-i azim (büyük günâh) dediği ve “fitneyi ikaz (uyandırmak)” olarak vasıflandırdığı “federatif sistem” bayrağını açtığı sırada, “film”de, M. Kemal’in “özerkliği önerdiği”nin anlatılması da ayrı bir tartışma konusu.
Bu durum, şüphesiz fırsatta “Atatürk hayranlığı”nı dile getiren terörist başı Öcalan’ın ve Marksist- Leninist ideolojiden gelme terör örgütünün “Atatürk’ü örnek alarak laik bir Kürt devleti” kurma projesini hatırlatıyor...
TIME dergisi, “Atatürk ve devrimleri” özel sayısında “Dünyayı değiştiren adam: Atatürk” cümlesiyle duyurmuştu.
Derginin, Japonların Pearl Harbour baskını, müttefiklerin Normandiye çıkarması, Hiroşima’ya atom bombasının atılması, ses hızının aşılması, insanoğlunun aya ayak basması gibi önemli olayların arasına, Almanya’daki Yahudilerin dükkânlarına saldırı gecesini ve M. Kemal’in inkılâplarını sayması enteresan.
“M. Kemal’in, sultan ve halife olmadığını” vurgulayan dergi, “Atatürk devrimleriyle kılık - kıyafetin Batılılaştığı, Lâtin alfabesinin kabul edildiği ve Müslüman halkın sorunlarına İslâmiyet’in değil, milliyetçiliğin çözüm olacağı bir dönemin açıldığını” yazmıştı. “Din yerine milliyetçiliğin ikame edildiği”ni bir defa daha açığa çıkarmıştı.
Can Dündar’ın, sirozlu “Sarı Zeybek”inin ardından perdeye aktardığı Yunanlı çocuk Yorgo’nun rol aldığı “karga kovalaması”yla başlayan “Mustafa” filmi tartışmaları, TIME dergisinin yayın hayatının 80. yılı sayısında “dünyayı değiştiren 80 önemli olay”ın arasında sıraladığı “M. Kemal’in inkılâpları”nın ardındaki “psikolojik” ve “travmatik” anlamın okunması açısından önemli…
Kısacası, 110 dakikalık filmde çizilen “karakter” ve verilen “mesajları” daha çok tartışılacak. En çok da “devrimleri” yönüyle…
Magazinden ziyade esas bu yönünün irdelenmesi gerekiyor…
04.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|