Eski dişişleri bakanı (12 Eylül 1980 ihtilâli sonrası) ve bir dönem Türkiye’nin BM daimî temsilciliğini de yapan İlter Türkmen, Türkiye’nin dertleriyle ilgili olarak tecrübelerine dayanarak çözüm yollarını anlatmış.
Türkmen’in gerek Güneydoğu konusunda ve gerekse CHP ve lideri Deniz Baykal hakkındaki değerlendirmesi özellikle dikkat çekiyor. Türkmen, Baykal hakkında belki de söylenmesi gereken ‘son söz’ü en başta söylüyor. “Baykal CHP’nin başından ayrılsa, parti yeni baştan organize olsa... (CHP’de işler düzelir mi?)” anlamındaki bir soru üzerine tecrübeli diplomat şöyle demiş: “İmkânsız. Yerleşmiş bir zihniyeti var CHP’nin. Baykal’dan ibaret değil mesele. O jakoben zihniyet değişmez.” (Nuriye Akman’ın röportajı, Zaman, 2 Kasım 2008)
CHP ve Baykal hakkındaki bu değerlendirme aslında ‘umumî bir kanaat’ haline gelmiş durumda. Yakın zaman önce İsveç’in İstanbul Başkonsolosu Ingmar Karlsson da CHP’nin iktidara gelebilmesi için başka gezegenlerden ‘insan’ getirilmesi gerekir anlamında tesbitlerde bulunmuştu. Türkmen’in tesbiti de aslında bunu doğruluyor.
İktidar partisinin ve başbakanın tavrını da değerlendiren Türkmen, bu konuda da şöyle demiş: “Doğrusunu isterseniz ben AKP’ye de şaşıyorum. Başbakan niye bu kadar sinirli konuşuyor anlamıyorum. (...) Başbakan’ın asabiyetini, sert üslûbunu anlamakta güçlük çekiyorum. Siyaseti germek onun menfaatine değil ki.”
İşte büyük ekseriyetin kabul edebileceği bir tesbit daha. Siyasetçilerle, muhalefetle, ‘işçi’yle, ‘köylü’yle, ‘çiftçi’yle kavga eden, yeri geldiğinde yanından kovan, sesini yükselten bir başbakan görüntüsü hakikaten doğru değil. “Başbakanın ‘kavga’ etmesi çok doğru” diyen kaç vatandaş değil, kaç partili çıkar? İleri derecede ‘fanatik’ olan bir kaç kişiden başka...
Başbakan bu ‘kavga’sını ihtilâlcilere karşı veriyor olsa tamam. Tam aksine, her fırsatta Türkiye’nin önünü tıkayıp ufkunu karartanlara karşı sessiz kalınıyor. En bariz örnek, başörtüsü yasağı konusunda sergileniyor. Kanunsuz yasağı devam ettirenlere karşı başbakanın sesini yükselttiğine şahit olundu mu? Ki, burada da çare ses yükseltmek değil, yasağı sona erdirecek icraatı ortaya koymaktır. Aynı şekilde, Türkiye’nin AB yolunu tıkayan ‘tıkaç’lara karşı ‘kavga’ verildiği de görülmüyor. AB yöneticilerine ‘hava’ atılıyor, ama iş Türkiye’deki ‘AB karşıtı lobi’ye gelince ‘uzlaşma/mutabakat’ söylemine sığınılıyor.
Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilmesini çok önemsediğini ifade eden Türkmen, AB konusunun unutulmasından dolayı da endişeli. Türkmen, “Türkiye’deki iç kavgaları AB taraftarları ile karşıtlarının çatışması olarak okuyabilir miyiz?” sorusuna şu cevabı vermiş: “Hayır. Ne yazık ki, AB’yi yavaş yavaş galiba AKP de terk etti. Çok aktif bir AB politikamız olduğu söylenemez. İlk üç sene muazzam bir ilerleme kaydettik. Ondan sonra bu iş tavsadı. (...) AB İlerleme Raporu menfi çıkacak. Çünkü reformları yapmadık. Bundan sonra da yapılacağını sanmıyorum. Hükûmetin büyük önceliği AB gibi görünmüyor.”
“Talep olan yerde” Kürtçe dersleri vermek ve Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyonlara müsaade etmek gerektiğini de ifade eden Türkmen, “Çoğunun bu dersi alacağını zannetmiyorum zaten. Ama vermek lâzım. Bir yerde belediye başkanı Kürtçe bir dâvetiye bastırmış, derhal tepki gösteriliyor. Bunların üzerinde durmamak lâzım. (...) Bütün Kürtler PKK’yı istemiyor. (...) (DTP) Kapatılmaması lâzım. Faydası yok kapatmanın. Kapatınca ne olacak? Daha çok radikalleşecekler. Ne lüzum var?”
Evet, yanlışlarda ısrara ne lüzum var?
04.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|