Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, üniversitelerde başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliğinin iptali kararına yazdığı karşıoy yazısında ilginç bir anekdot var.
1982 anayasasının hazırlanması sırasında Danışma Meclisinde Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisine ilişkin maddenin “Anayasa değişikliklerini sadece devlet şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler” şeklinde değiştirilmesine yönelik bir önerge verilmiş.
Gerekçe olarak da “Devlet şeklinin cumhuriyet olduğu ve bunun değiştirilemeyeceği ilkesinin de Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi tutulması yararlı olacaktır. Aksi halde bunun bir müeyyidesi olmaz. Eğer devlet şeklinin cumhuriyet olduğu yolundaki hüküm değiştirilirse o zaman buna kim mani olacak?” denilmiş.
Ama bu önerge reddedilmiş. Ve Anayasa Komisyonu Başkanı red gerekçesini “Sayın Genç arkadaşımız müsterih olsunlar, biz kırk beş milyon buna karşı koyarız” sözleriyle izah etmiş.
Burada bahsedilen Genç, Kamer Genç olmalı.
Demek ki, cumhuriyetin korunmasını Anayasa Mahkemesinin yetki alanına taşıma girişimi 12 Eylül döneminde bile geri tepmiş; cuntanın görevlendirip üyelerini tek tek belirlediği Danışma Meclisi bu yöndeki teklifi kabul etmemiş.
Ama şimdi gelinen noktada Anayasa Mahkemesi re’sen kendisini yetkilendiriyor; kaynağını anayasadan almayan bir yetki icad ederek, Meclisin aldığı kararları geçersiz hale getirebiliyor.
Ve buna karşı da kimse birşey yapamıyor.
Daha on beş ay önce seçmenden aldığı yüzde 47 oyla güven ve güç tazeleyip Mecliste büyük çoğunluğu elinde tutan iktidar partisi başta...
Dahası, AKP AYM kararına karşı birşeyler yapmak şöyle dursun; kapatma dâvâsında verilen kararı “Oh, çok şükür, kapatılmaktan kurtulduk” diyerek coşku ve heyecanla alkışlıyor.
22 Temmuz’dan sonra bir ara yarım yamalak gündeme getirir gibi olup sonra askıya aldığı anayasa projesini tekrar ihya etmeyi de düşünmüyor olmalı ki, buna dair bir işaret vermiyor.
Oysa Başbakanın, son AYM kararlarının ardından yine tekrarladığı “Millî iradenin üzerinde güç tanımayız, Meclisin yetkilerini dışlayan bir anlayışı kabul etmeyiz” sözünü uygulamaya yansıtabilmek için anayasa reformu kaçınılmaz.
Silbaştan yenilenip çağdaş dünyanın kriterlerine uygun hale getirilmiş bir anayasa yapılmalı ki, bu yetki gasplarına da, bilumum hukuk ve demokrasi dışı uygulamalara da son verilebilsin.
Aslında AKP bu işi ilk başta, 2002 seçimini kazanır kazanmaz yapmalıydı, ama yapamadı.
Öyle olunca da, daha sonraki süreçte farklı alanlarda reform ve iyileştirme yapmak için atmaya yeltendiği hemen her adım anayasaya ve gücünü anayasadan alan kurumlarınengellemesine takılıp akamete uğradı, sonuçsuz kaldı.
Son kertede, AKP anayasa konusundaki ihmalinin ağır faturasını, kendisine aylarca ecel terleri döktüren ve ülkeyi de ciddî sıkıntılarla karşı karşıya bırakan kapatma dâvâsıyla ödedi.
Dâvânın sonuçlanmasından sonra oluşan ortam ise, AKP’yi şeklen iktidarda olmasına rağmen kolu kanadı kırılmış, temel konularda zaten başından beri eksikliği gözlenen cesaretini tamamen kaybetmiş, “sistem”in dayatmalarına teslim olup boyun eğmiş bir parti haline getirdi.
Aksi yönde verilmeye çalışılan görüntülerle gizlenmek istense de, maalesef hazin gerçek bu.
İşin başında, yığınakta yapılan hatanın telâfisi, müteakip aşamalarda mümkün olamıyor. Sakal bir defa kaptırılmaya görsün; ardından ne yapılsa çare olmuyor. Olan da, büyük ümitlerle verdiği oyların defaatle bloke olup boşa gittiiğini görerek yine derin hüsranlar yaşamak zorunda bırakılan mağdur ve sessiz milyonlara oluyor.
Onun için de, çeyrek asırdır hayatımızı cendereye alan 12 Eylül düzeninden kurtulmaya çabaladığımız bir aşamada, 12 Eylül’ün dahi gerisine gittiğimizi gösteren hadiseler yaşıyoruz...
01.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|