İktisat ve kanaat, bana iki hazinedir
Eğer benim elimden gelseydi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyakla bütün onların hâcât-ı maddiyesini temine çalışırdım. Beni merak etmeyiniz. İktisat ve kanaat, bana iki hazinedir; tükenmez, bitmez.
Ispartalı kardeşlerimiz, hususan gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hâcetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki:
Onların Risâle-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakiki kışım sûretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyâcâtıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fani, muvakkat kışın hâcâtına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelseydi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyakla bütün onların hâcât-ı maddiyesini temine çalışırdım. Beni merak etmeyiniz. İktisat ve kanaat, bana iki hazinedir; tükenmez, bitmez.
Emirdağ Lâhikası, s. 79
***
Kahraman Tahirî’nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acip bir bereketle, hergün ikişer üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış. İktisat için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı’nın iki masum evlâdının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî’nin lokmaları gibi, hem onun miktarında elime verildi.
Emirdağ Lâhikası, s. 146
***
“İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez” meâlindeki “Lâ yeûlü men’iktasade” hadis-i şerifi sırrıyla, iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.
Evet, iktisat katî bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar katî deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:
İktisat vasıtasıyla bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğnâ” mesleğini bozmadı.
Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazen mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.
Lem’alar, 19. Lem’a, 4. Nükte
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk.
muvakkat: geçici.
hâcât: ihtiyaçlar.
kemal-i iştiyak: tam bir arzu ve istekle.
hâcât-ı maddiye: maddî ihtiyaçlar.
kanaat: kısmete razı olma.
teberrük: mübarek veya uğurlu kabul etme, mübarek görme.
sebeb-i bereket: bereket sebebi.
medar-ı hüsn-ü maişet: Güzel geçim kaynağı.
arz-ı hâcet: ihtiyacını söyleme.
nâstan istiğnâ: Cenâb-ı Hakk’tan başka kimsenin minneti altına girmeme, Cenâb-ı Hakk’tan başkasına ihtiyacını arzetmeme.
|