Otuz beş sene evvel Ankara’ya ilk geldiğim sıralarda tanımıştım onu. Güler yüzlü, sempatik, babacan tavırlı bir dâvâ adamıydı.
Ahmet Abiş ağabey sanayide oto cam işiyle uğraşıyordu. İhlâsı ve lisan-ı hâliyle etrafına mânevî ışık saçıyor, komşu esnaflardan bir çoğunun cemaatle tanışmasına vesile oluyordu. Bir çok insan onun sayesinde yanlış bir hayattan dönüş yapmış, imanlı ve salih amel sahibi birer mü’min olmuşlardı. Sahnede pek görünmeyen, ama perde arkasında hasbî hizmetlerini sürdüren gizli kahramanlardandı. Maddeten orta halli bir esnaftı. Fakat, fedakârlığı bizce biliniyordu.
Bayram Ağabeyin sağlığında henüz gençti. Ulus-27 dershanesinin müdavimlerindendi. Fırsat buldukça dershaneye geliyor, Bayram Ağabeyin veya bizlerin yaptığı dersleri huşû içinde dinliyordu. Bayram Ağabey ona çok değer veriyordu. Sıklıkla ziyaretine gidip döndüğünde ondan sitayişle bahsediyordu. Merhum elektrikçi Osman Karakaya ve modelci Kemal Orhan ağabey gibi bir çok esnaf dostlarıyla bir ekip olmuşlardı. Eski model arabalarımız yüzünden biz de onları ziyaret ederdik. Dükkânları âdetâ birer medrese olur, etraftan gelen komşu esnaflarla sohbet halkası şenlenirdi. Risale-i Nurlara hizmet etmekten büyük keyif ve lezzet alıyordu.
Büyük üstad Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu zat kırk evliyâ kuvvetindedir. Fakat o kendisini bilmiyor” dediği merhum Tahiri Mutlu Ağabey, her Ankara’ya geldiğinde Ahmet Abiş Ağabeye mutlaka uğrar, hâl hatırını sorar ve onu hizmete teşvik ederdi. Demek onun ruhunda büyük bir mânâ keşfetmişti. Elhak o, bahsi geçen mânâya ihlâsıyla mazhardı.
Camcı Ahmet Ağabeyin evi de bir Nur Medresesi gibiydi. Çoluk çocuğunu Risâle-i Nurlara sahip ve hizmetkâr olacak şekilde yetiştirmiş ve cemaate katmıştı. İbrahimler, İsmailler ve Saidler ondan sonra bu kudsî hizmete daha fazla sahip çıkacaklar inşallah. Muhtelif aralıklarla evine ders sırası geldiğinde cemaat dolar taşardı. Herkes tarafından sevilen bir insandı.
Zonguldak sosyal tesislerimizde yaptığımız yaz okuma programlarına gönüllü olarak gelen Ahmet Ağabey, talebelerin aşçılığını yapar, onlara maddî ve mânevî destek olurdu. Talebelerin hizmetkârlığını yapmaktan haz duyardı. Bu hizmetini her yaz tekrarlardı. Onunla unutulmayacak çok hizmet hatıralarımız oldu.
9 Kasım Cumartesi günü önemli bir toplantı için İstanbul’da bulunduğum bir sırada telefonum çaldı. Değerli dostum ve dâvâ arkadaşım Osman bey arıyordu. Ağlamaklı bir sesle “Camcı Ahmet ağabeyi kaybettik. Pazar günü ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazından sonra Karşıyaka Mezarlığına defnedilecek” dedi. Demek altmış dört senelik ömre yorgun kalbi yenik düşmüştü. Ahmet Ağabey birkaç seneden beri kalp rahatsızlığı çekiyordu. Muhtelif zamanlarda ziyaret ettiğimizde halinden hiç şikâyet ettiğine rastlamadım. Hep şükür ehlindendi. Bir ara enfarktüs geçirmiş, yoğun bakımda yatmıştı. Çıktığı zaman Ömer Tuncay ve Ali Vapurlu Ağabeylerle ziyaretine gittiğimizde “Rabbimden ilk defa iki iyilikten birisini vermesini istedim: Ya şifasını, ya da yanına almasını.” Öylesine ağır sancılar çekmişti. Buna rağmen o yine gülüyor ve haline şükrediyordu.
İnsan dünyaya geldiğinde ağlayarak doğar. Etrafındaki insanlar ise, çocuğun sağlıklı doğuşundan dolayı sevincinden gülerler. Vefat ettiği zaman herkes hüzünlenir ve ağlar. Fakat asıl hüner, herkesin ağladığı o vakitte kabre gülerek girebilmektir. Camcı Ahmet Ağabey kabre gülerek girenlerden oldu inşallah. Her gruptan gelen Nur talebeleri kabri başında buna şahitti. Zaten, Mesut kardeşin okuduğu risâlede de çok sevdiği üstadı “Öyleyse kabre ağlayarak değil, gülerek giriniz” diyordu.
Aynı akşam kültür merkezimize döndüğümüzde, Cihan Cambaz kardeşimiz “Risâle-i Nur’da çocuk eğitimi” adıyla çok önemli bir konuyu seminer olarak sunuyordu.
12.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|