Bundan iki hafta kadar önce vizyona giren belgesel "Mustafa" filminin, yaklaşık 800 bin kişi tarafından seyredildiği belirtiliyor.
Bu arada filmin yapımcısı Can Dündar ile de çeşitli medya organlarında röportaj üzerine röportajlar yapılıyor.
Ne var ki, bu röportajların önemli bir bölümü, adeta birer "itirafnâme" niteliğini taşıyor. Okuyanların, dinleyenlerin şaşkınlığı yüzlerinden okunuyor.
Bu itirafnâmelerin en can alıcı noktasını ise, Mustafa Kemal'in gerçek mahiyetinin anlaşılmasına, onun semavî dinler ve bilhassa İslâm dini hakkındaki düşünce ve kanaatlerinin, hedef ve icraatlerinin neler olduğuna dair ifadelerin, bilgi ve belgelerin ortaya dökülmesi, meydana serilmesi teşkil ediyor.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a "Atatürk’ün asıl mücadelesi, iktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesidir" diyen Can Dündar, bu çarpıcı gerçeği yeterince belgesele yansıtamadığı ve filme yediremediği itirafında bulunuyor.
Bunun sebebini soran/sorgulayan Ayşe Arman'a ise, şu katmerli itiraflarla karşılık veriyor: "Haklısın. Belki de tamamen bunun üzerine (dinin hayattan tamamen silinmesi çabasıyla ilgili) bir film yapmalıydım. Ama sen de kabul et ki, bu kolay bir mesaj değil."
Can Dündar'ın, "Mustafa" filmine hakkıyla yansıtamadığı, ancak "Mustafa Kemal'in mahiyeti"ne dair yaptığı tesbitler ve kendisinde hasıl olan kanaatleri yansıtan şu satırları da lütfen dikkatle ve nazar–ı ibretle okuyunuz:
"Atatük'ün özel hayatını anlattığımız söyleniyor; ama aslında film onu anlatmıyor. Başka bir mücadele var Atatürk’ün hayatında, ben onu fark ettim. Asıl mücadele ne Yunanlılara, ne asi Kürtlere, ne de gericilere karşı veriliyor. Atatürk’ün asıl mücadelesi, 'iktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesi.' Ben bütün mücadelesini topyekûn elden geçirdiğimde bunu gördüm. Üstelik yapmaya çalıştığı çok özel bir şey var: Sadece Türkiye’yi değil, bütün insanlığı ilgilendiriyor. Bütün insanlığı dönüştürebilecek bir şeyden söz ediyor. Bunu insanlık tarihinde söyleyebilecek başka bir lider bilmiyoruz.
"Diyor ki Atatürk: 'Biz ilhamlarımızı gökten değil, yeryüzünden alıyoruz. Bizim ilkelerimiz gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla bir tutulmamalıdır.' Burada sadece İslâm da söz konusu değil; bütün dinlere bir gönderme var...
"Atatürk, bunu sereserpe Meclis kürsüsünden söyleyebiliyor; biz üzerinden 70 yıl geçtikten sonra bile henüz o cesarette değiliz... Bütün insanlık tarihinde dinin tamamen siyasal ve toplumsal hayattan silinmesinden söz ediyor. Bu kadar radikal bir lider!
"Bazıları da 'Atatürk bir din adamıydı aslında' diyor. Öyle bir Atatürk anlatıyorlar ki, ellerini duâya açmış, sürekli dininde, imanında... Günah ya... Bütün hayatı dinle mücadeleyle geçmiş bir insan...
"Evet, ciddîbir sansür var Atatürk’ün üzerinde. 'Nasıl olabilir? Kim cüret edebilir?' diye düşünüyorsun. Cüret edenlerin bazıları onun en yakınları.
"Birçok insan gelip bana 'Medenî Bilgiler diye bir kitap varmış bu ne?' diye sormaya başladı. Medenî Bilgiler, Atatürk’ün okullarda okutulsun diye Afet İnan’a dikte ettirdiği, hatta oturup bizzat yazdığı bir kitap. Bir lider düşünün ki, 'Ben bir kitap yazdırıyorum, alın bunu okullarda okutun" diyor. Onu okullarda okutmayı bırak, şu anda piyasaya çıkaramıyorsun. Bahsetmeye kalktığında başın belâya giriyor. Nasıl böyle bir duruma gelmiş olabiliriz ki biz? Kitabın Tarih Kurumu’nca basılan versiyonunda bazı yerler çıkarılmış. Kim, neye göre karar vermiş? Neye göre çıkarmış bilemiyorsun. Şaşırarak gördüm ki, önemli ölçüde sansürlenen bir Atatürk var.
"Meselâ diyor ki Atatürk: 'Türkler, İslâm’ı kabul etmeden evvel de büyük milletti. İslâm’ın kabulü, bizi diğer Müslüman toplumlarıyla bir araya getirmeye yardımcı olmadığı gibi, bizim millî hislerimizi uyuşturdu. Millî bağlarımızı gevşetti.'" (Hürriyet, 10 Kasım 2008)
Bu öyle bir hadisedir ki...
Can Dündar'ın "itirafnâme"sinden derlediğimiz bu ifadeler, bize Bediüzzaman Said Nursî'nin aynı meseleye taalluk eden bir mektubunu tahattur ettirdi.
1944'te yazılan ve "Denizli Mektupları" arasında yer alan bu mektupta, mahiyeti mutlaka bilinmesi gereken bir şahıstan bahsediliyor. Ayrıca, bu mahiyet meselenin son derece ehemmiyetli olduğunu öyle bir tarzda nazara veriyor ki, bunun bilinmesi için başka hiçbir yerde rastlayamadığımız bedeli en ağır düşen tâbirleri sıralıyor. İşte, söz konusu mektubun ilgili kısımları:
Aziz, sıddık kardeşlerim,
"(Allah'ın, kulları için seçtiği her şeyde hayır vardır) sırrıyla, bu mes'elemizin tehiri hayırdır.
"Çünkü bütün mekteplerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem–i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı.
"Şimdi ihtiyarımızın haricinde, onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine katî hüccetler gösteren ve ispat eden Risâle–i Nur geçmesi, kemâl–i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, din–i İslâm cihetiyle yine ucuzdur." (Şualar. S, 298–299)
Said Nursî, burada kast ettiği şahsın ismini vermiyor. Dolayısıyla, onun kim olduğunu burada sorgulayacak değiliz. Ancak, vaktiyle topluma ısrarla mal edilmeye çalışılan bir şahsın hakiki mahiyetinin bilinmemesini doğru bulmadığını, hatta bunun son derece tehlikeli olduğunu, kendi fikrine, itikadına ve üslûbuna uygun şekilde izah ediyor.
Biz de, birbirine paralellik arz eden biri tarihî, diğeri ise aktüel olan bu iki gelişmeyi değerlendirmenize sunuyoruz.
12.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|