İNSAN HER ASIRDA
MERAK KONUSU OLMUŞTUR
İnsanın gündemden düştüğü bir çağ yoktur. İnsan ve insanla ilgili konular her zaman ve zeminde birincil gündem olmuştur. Tarih boyunca, insanın hep araştırma ve inceleme konusu olması bundandır. Sevinçleri, kederleri, soruları, tepkileri dillere destan olmuş ve bu konularda sayısız eserler vücuda gelmiştir.
İNSAN, MAHİYETİ
BİLİNMEKLE KIYMETLİDİR
“İnsan necidir? Ne için dünyaya gönderilmiştir? Vazifesi nedir?” gibi yüzlerce soru, insanın mahiyetini anlamaya dönüktür. Nitekim hayatı Kur’ân olan Hazret-i Peygamber (asm), insanın neci olduğunu, dünyaya niçin gönderildiğini, vazifesinin ne olduğunu insanlığa, bizzat yaşayarak göstermiştir. Dolayısıyla insan için en önemli şey, mahiyetinin anlaşılmasıdır.
İNSANIN MAHİYETİ NE DEMEKTİR?
İnsanın mahiyetiyle ilgili, 11. Söz bize ders vermektedir.
İnsanın mahiyeti, vücuduna konulan duygular terazisiyle rahmet-i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetleri tartmaktır ve küllî şükretmektir.
Yani insandaki duygular birer terazidir. Kâinattaki rahmet hazineleri olan nimetler, bu ölçücüklerle tartılmaktadır ve her birisi için şükretmek esastır.
İnsanın mahiyetini izah eden ikinci bir madde, “Esma-i Kudsiye-i İlâhiyenin gizli defterlerini açmaktır. Lisan-ı hal ve kal ile Hâlıkının dergâh-ı Rububiyetine ubudiyetini ilân etmektir.”
Kâinata nakşedilmiş gizli İlâhî isimleri okuma ve okuduklarını yaşama ve yaşadıklarını anlatma görevi, sadece insana verilmiştir.
Bir başka madde ise, “Esma-i İlâhiyenin cilvelerinin sana verdikleri letaif-i insaniye murassatıyla bilerek süslenmektir. Hayat sahiplerinin tesbihatlarını ve tahiyyatlarını tefekkür ile görüp, göstermektir.”
İnsan olmak, üstün lâtifelerle süslenmeyi netice vermiştir. Yaratıcı, sadece insana mahsus bir takım süslerle insanı tezyin etmiştir. İnsan da bu özelliği dolayısıyla bütün hayat sahiplerinin tesbihatlarını ve tahiyyatlarını tefekkür ederek, onları göstermek durumundadır. Bunun sebebi ise, emanet-i kübrayı kabul etmesidir. Bu kabul, Cenâb-ı Hakk'ı anlamak ve tanımak için verilen cihazatı ve lâtifeleri, O’nu anlamak ve tanımak yolunda kullanmayı gerektiriyor.
İnsanın mahiyetine konulmuş olan en önemli hususiyetlerden birisi de, Cenâb-ı Hakk'ın kendinden olan bazı hazinelerin cüz’îsini insana vererek, Kendi hazinesinin büyüklüğünü vahid-i kıyasî yoluyla insana bildirmesidir. Yani ben bazı şeyleri biliyorum, demek O, her şeyi biliyor. Ben bazı şeylere sahibim, demek O, her şeyin sahibidir gibi örneklendirme yapabilmesi için.
Bu konu şöyle izah edilmektedir: “Kendisine Cenâb-ı Hakk'ın verdiği cüz’î ilim, kudret, irade ve sıfat ve hallerle vahid-i kıyasî yaparak, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfat-ı mutlakasını ve şuun-u mukaddesesini o ölçüler ile bilmektir.”
İnsan âlemin sultanı olması hasebiyle, âlemdeki bütün mevcudatın kendilerine mahsus dilleriyle yaptıkları manev'î sözleri anlamak görevi vardır. İnsan, acz, zaaf ve fakirliği ile birlikte ihtiyacının ölçüsünü, nimetleri zengin Rabbinin tecelliyatıyla anlamaktadır.
İnsanın görevi şöyle ifade edilmektedir; “Şu âlemdeki mevcudatın her birinin kendine mahsus diliyle Rablerine karşı yaptığı manevî sözleri fehmetmektir. İnsan acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle, kudret-i İlâhiye ve gına-i Rabbaniyenin derecat-ı tecelliyatını anlamaktır.”
İNSAN, NE ZAMAN HAKİKÎ İNSAN OLUR?
Anlaşılıyor ki, insan bu bahsedilen çerçeveye uygun yaşarsa, insandır. Bu mahiyete uymayan insan, insanlık özelliği kazanmış olmamaktadır.
İnsanın yaratılışına derc edilen asıl faaliyet de budur. Onun için insan, duâ ile tekemmül etmek üzere bu aleme gönderilmiştir. Bu alandaki terakkisi, onun bu alandaki himmetine bağlıdır.
İnsanın terakkisini ve tekemmülünü sağlayan âmil ise, mahiyetine konulan duygularla, Sani’in san'at eserlerini tefekkür etmek ve şükretmektir.
Hasılı; insan, kendisine verilen cihazatı O’nun isimlerinin gizli hazinelerini açmak için kullanmak durumundadır. Bütün varlığın tesbihatlarını, ibadetlerini yaratıcıya takdim etmek sorumluluğu vardır. Cenâb-ı Hakk'ın Kendisinden verdiği ilim, irade, kudret gibi cüz’î sıfatları vahid-i kıyas yaparak, Cenâb-ı Hakk'ın nihayetsiz ilmini, kudretini, iradesini anlamalıdır. Ve insan ancak, acizliği, zaafı ve fakirliği ile Cenâb-ı Hakk'ın nihayetsiz zenginliğini, her şeye gücünün yetmesini anlayabilir.
Aksi halde, sadece göz, kulak, beden ve sair cihazat ile insan, insan olmuyor. Bu hususiyetlere mânânın da ilâvesi gerekmektedir. Çünkü mânâ bağı olmayan hiçbir şeyin gerçekte anlamı yoktur. Nitekim dünya da, o kadar maddî yönüyle birlikte, ancak ahiretin mezrası olan mânâsıyla anlamlıdır.
15.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|