Efendimizin “Fitne sizden her birinizin evine girecektir” diye şerrinden korunmamız için ikaz ettiği fitnenin lûgat mânâsı “altın ve gümüşün iyisini kötüsünü ayırd etmek için ateşe atılması”dır. Fe-te-ne fiil kökünden türeyen fitne kelimesi, küfür, fısk ve fucur, kavga ve kargaşayı tanımlamada da kullanılır.
Nâtık-ı Ezelî olan Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Öyle bir fitneden sakının ki, geldiği zaman içinizden sadece zalimlere isabet etmez.” (Enfal: 25)
Yukarıdaki âyet ve hadisin ışığında Müslümanların içine düşmüş olduğu duruma bakarsak, zaaf noktamız anlaşılacaktır. Bu kadar maddî ve manevî servete sahip olmamıza rağmen zayıf düşmemizin tek sebebi, fitnenin ateşine düşüp birbirimizle uğraşmaktır. Bu ateş öyle bir ateş ki; sadece yaşayanlarımıza değil, ölülerimize kadar ulaşmaktadır. “Fitne kapılarını kapamak şeriatın güzelliklerindendir” kaidesine uyarak fitneden uzak durmak, görüldüğü yerde âcilen müdahalede bulunmak bu ümmeti kurtaracaktır İnşaallah. Bunun için de fitne sebebi olan veya olabilecek şeylerin tesbit edilmesi gerekir.
Ümmeti saran büyük fitnelerden biri, hiç kuşkusuz Sahabe-i Kirama dil uzatılmasıdır.
Sahabîler arasında tarihte vuku bulan olayları kendi aralarındaki ictihad meseleleri olarak görmeyip, onlardan birine (kendi adına veya milleti namına) tarafgir olmak ümmet arasında adaveti intac etmektedir. Mü'minlerin birbirine adavet beslemesi ise ümmeti topyekûn felâkete sürükler. Bediüzzaman’ın deyimiyle “Tarafgirlik ancak hak namına olursa haklılara melce olabilir. Şimdiki gibi nefis hesabına yapılan tarafgirlik haksızlara melcedir. Garazkârane tarafgirlik eden adamın fikirlerine şeytan gelip yardım etse, o adam şeytana rahmet okur. Karşı tarafa melek gibi bir adam gelse ona -hâşâ- lânet okur.” (Mektubat, s. 259)
Ehli-Sünnet ve Cemaat âlimleri, Resulullahın “Sahabîlerim gökteki yıldız gibidirler. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz,” “Ashabıma küfretmeyin, biriniz Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasa, onların bir müd veya yarısı infaklarının derecelerine yetişemez” hadislerinden yola çıkarak, Sahabîler hakkında ileri geri konuşmayı men etmişlerdir. Ve “Sahabîlerin arasında meydana gelen olaylarda hükmü Âdil olan Allahu Teâlâ verecektir. Bize bu konuda lâf söylemek düşmez” diyerek bu mevzuda yüz yıllar öncesinden son noktayı koymuşlardır.
İslâm dini, her biri birer “hidayet yıldızı” olan bu Sahabîler sayesinde bize ulaşmıştır. Onlar bu din uğruna mallarını ve canlarını feda etmişlerdir.
Onlar hayattayken Cennetle müjdelenen ve haklarında övgü dolu âyetler inen yüce şahsiyetlerdir.
Onlar maneviyatımızın birer sembolüdürler.
Onlara dil uzatmak, bir yerde bu dine dil uzatmaktır.
“Muhacirlerden ve Ensardan İslâma girmekte ilk öne geçenlerle bunlara tâbi olanlar... Allah onlardan razı oldu; onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe: 100)
Efendimiz, imkân dahilinde kötülüğü men etmeyi emretmiştir. Elle, dille veya kalpte kötülüğe karşı buğz bağlamakla kötülüğü men etmemizi istemiştir bizden. Hatta sadece buğz etmeyi “ad’afü iman” yani “imanın en zayıf hali” olarak vasıflandırmıştır. Hz. Huzeyfe’nin (r.a) rivayet ettiği bir başka hadiste ise şöyle buyuruyor:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, mutlaka iyiliği emredecek, kötülükten şiddetle sakındıracaksınız. Eğer bunu yapmazsanız, Allah’ın yüce katından size bir azap göndermesi muhtemeldir...”
İşte bu mânâda, Kuveyt mahkemesinin hidayet yıldızlarımızın en büyükleri olan Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer’e (r.a.) alenen küfreden bir erkek talebeye verilen hapis cezası Kuveyt’te gündemin önemli konularından biri.
Kuveyt’in çoğunluğunu teşkil eden Sünnî camia, hapis kararını tebrik edip desteklerken, “Aslında bu çocuğa böyle kin ve nefret tohumları aşılayan anne ve babasını hapsetmek lâzımdı” diyorlar.
Kuveyt nüfusunun % 25’ini teşkil eden Şiî camiada ise kimileri ‘kem-küm’ edip, Sahabeye küfür olayını “Kim Sahabî? Kim tarihî şahsiyet?” diye başka mecraya çekerek, bu iki güzide Sahabînin sahabeliği konusunda şüphe uyandırmak istemiş; Londra’da ikamet eden ve Sahabîlere hakaretten dolayı sabıkalı olup hakkında tutuklama kararı bulunan Yaser el-Habib gibi birisi de, mahkeme kararını tenkid edip, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i “üzerlerinde ümmet ittifakı olmayan şahıslar” olarak vasıflandırmıştır. Bu sözleriyle saygısızlıkta doruk noktasına ulaşan el-Habib “Bu karar insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı bir karardır. Dolayısıyla da âdil değildir. Bir masum aleyhine verilen bu karar Allah’ın gazabını çekecektir (!)” deme cür’etini dahi gösterebilmiştir. (27.10.2008, Kuveyt el-Vatan)
Kuveyt Şiî camiası içinde Sahabîlere küfrün caiz olmadığını söyleyenlerde var elbette. Bunlardan biri Seyyid Abdulmuhsin el-Kazvinî’dir. “Sahabelere küfretmek caiz değildir. İslâm uleması ve hikmet sahipleri ümmet arasında çıkabilecek olan fitne ve kerahiyete engel olmaya çalışmalıdır” diye açıklamada bulunmuştur.
Ancak Kazvinî’nin mesajının, son yıllarda giderek yükselmeye başlayan ve köşe bucaklarda duvarlara yazılan yazılarla Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Muaviye, hatta Hz. Aişe’ye kadar uzanan nefretin önünde daha yüksek bir sesle dillendirilmesi gerekiyor.
09.11.2008
E-Posta:
|