Bediüzzaman Said Nursî, 2. Cihan Harbi zamanında On Birinci Şuâ isimli risâlede talebelerine yazdığı bir mektupta harbin gidişâtıyla ilgilenmenin anlamsızlığını, asıl önemli olan dâvânın iman ve ahlâk buhranıyla uğraşma dâvâsı olduğunu ifade sadedinde “Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek. (...) ...biz Risâle-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var” (Şuâlar, s. 184) der.
Risâle-i Nur okudukları için hapishanelere atılmaları karşısında da sadece ümit ve şevk verme sadedinde değil geleceği de okurcasına talebelerine şu müjdeleri verir: “Hem korkmayınız, Risâle-i Nur yasak olmaz. Hükümet-i Cumhuriyenin mebusları ve erkânlarının ellerinde mühim risâleleri, iki, üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı. İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslâhhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.” (Şuâlar, s. 185)
Bugün, yapılan okul sayısının açılan hapishane sayısıyla ma’kusen mütenasip olması gerekirken maalesef hapishane sayısının okul sayısıyla yarıştığı, hapishanelerin tıklım tıklım dolu olduğu bir sosyal çelişkiyi yaşıyoruz.
Çelişkiler bundan ibaret değil aslında. Asıl çelişkiyi en çok muhtaç olduğumuz iman ve ahlâk değerlerini göz ardı ederek, maddî boyuttaki yatırımlarla ve tedbirlerle uğraşarak yaşıyoruz. Eğer bir zamanlar Risâleler ülkemin dört bir yanında serbestçe okunsaydı ve risâleleri okuyanlar hapishanelerde süründürülmeseydi ve daha da önemlisi “gizli teşkilât kurma, vatanı ele geçirme, vs.” gibi boş ithamlarla sakıncalı vatandaş ve sakıncalı eserler olarak görülmeselerdi, bugün bir çok badireden uzak bir şekilde yaşıyor olacaktık.
Sözgelimi bir PKK belâsına karşı adeta bir panzehir olan risâleler ve nurcular baskı ve dışlanmışlıklara rağmen Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki hizmetlerine devam etmeselerdi o bölgede durum çok daha vahim olacaktı. Hiç kimse PKK ile mücadelenin sadece silâhla, topla-tüfekle sürdürülebileceğini iddia etmesin. Bu iş silâhı, bombayı aşmış bir boyuttadır. Hatta silâh ve bombalar yarayı derinleştirmeye yol açan birer beyhude tedbire dönüşmüştür. Tabiri caizse dağlara taşlara o kadar bomba atılacağına Risâle-i Nur Külliyatı atılsa, dağıtılsa sanırım çok daha olumlu sonuçlar alınır. Çünkü Türk/Kürt kardeşliğini en çok vurgulayan, müsbet hareketi en çok tavsiye eden, bir zalim için bir çok masumun haksız yere öldürülmemesi için adalet-i izafiye kavramı yerine adalet-i mahzâ kavramını en çok ısrarla tez olarak savunan ve adalet-i mahza anlayışını hem devlet ve toplum çapında, hem de şahsî planda uygulatmayı en çok önemseyen prensipler ve tesbitler risâlelerde yer almaktadır. Ve işin ilginç yanı bütün bunları yaparken ne devlete yaranma, ne de başkalarına kendini beğendirme veya makam-mevkilere gelme gibi amaçlar için değil sadece ve sadece Allah için bunları yapma gayesini gütmüş olmasıdır.
Akil adamlarımızın bir kere daha düşünüp, Risâleleri önyargılardan uzak bir biçimde inceleyip, bu vatan ve millete hatta bütün dünyaya vermeye çalıştığı mesajları objektif biçimde anlamaya yönelmeleri ne kadar da güzel ve yerinde bir hareket olurdu.
Not: Çalışkan ve gayyur bir kardeşimizin çocuklar için hazırladığı “Risâle Çocuk” sitesini görmelerini okuyucularıma tavsiye ederim. Bulmacalarıyla, hikâyeleriyle, vecizeleriyle ve zengin muhtevasıyla çocuklarımızın eğlenerek öğreneceği bir siteyi kurdukları için site yetkililerini kutluyor, başarılar diliyorum. Z.A.
13.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|