Risâle–i Nur Külliyatını isteyerek, severek ve benimseyerek okuyanlar için kullanılan Nurcu/Nurcular tâbiri, bizim tesbitlerimize göre 1948'de cereyan eden Afyon Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmalar esnasında ortaya çıktı.
Hatta öyle ki, mübaşirin bir ara "Nurcularrr içeri!" diye bağırdığı bile rivâyet edilir.
Rivâyetler bir yana, Cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere, o dönemin sayılı gazetelerinde ve hatta devlet tekelindeki radyo haberlerinde "Nurcular" tâbirinin kullanılması da yine 1948'den sonra vaki olmuştur. Konu başlığı ise, genelde şöyledir: "Nurcular yakalandı", yahut "Nurcular mahkemeye çıkarıldı", vesaire...
1935–1985 yılları arasındaki beraat kararları yaklaşık bin beş yüz kere tekerrür etmesine ve mesele "kaziye–i muhkeme" haline gelmiş olmasına rağmen, bu tür yayın organlarının hiçbirinde bir tek defa olsun "Nurcular beraat etti" haberi yer almış değildir. Her ne ise...
Gariptir ki, sonradan ortaya çıkan ve kamuoyunda da umumî kabul gören "Nurcular" tâbirini Nur Külliyâtının müellifi olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de tasvib ve tensib ederek kullanır. Altı bin sayfalık Nur Külliyâtının muhtelif yerlerinde yüz kırktan fazla "Nurcu/Nurcular" tâbiri zikrediliyor.
Buna mukabil, yine gariptir ki Külliyatın hiçbir yerinde "Nurculuk" tâbiri geçmiyor. En azından Üstad Bediüzzaman'ın bu tabiri eserlerinde hiç kullanmadığını görüyoruz. Bütün Külliyâtı aradık taradık, ancak bu tabiri bulamadık.
Bu acip halin, mutlaka bir sebeb–i hikmeti vardır. Meselâ "Nurcular" denince, akla ilk gelen şey, bir tek şahıs değil, belki bir "şahs–ı mânevî"dir. Ki, Üstad Bediüzzaman'ın bilhassa istediği şey budur. Yani, temsil ettiği dâvâ ile alâkalı olarak kendi isminin ve şahsının değil, "şahs–ı mânevî"nin ön plâna çıkmasını istiyor. Bu mühim nokta, diyebiliriz ki, kat'iyyet peydâ etmiştir.
Buna mukabil "Nurculuk" tâbiri ise, meselenin cahili olan pekçok kimsenin zihninde farklı çağrışımlar meydana getiriyor: Tarîkat, teşkilât, örgüt gibi...
Oysa, hakikatte bir şahs–ı mânevîye dahil olan Nurcuların ne bir tarîkatı var, ne teşkilâtı, ne de maddî, dünyevî, siyasî, yahut ideolojik bir örgütleri... Nurcuların, ayrıca "halk–çılık", "milliyet–çilik", "devlet–çilik", hatta "din–cilik" ve "İslâm–cılık gibi "–cılık"lı, "–culuk"lu tâbirlerden hoşlanmadığını da burada hatırlatmış olalım.
Hasılı, bu vatanda ve dünyada "Nurcular" diye bir realite var; ancak, "Nurculuk" diye herhangi bir maddî organizasyon yoktur.
Şimdi, aşağıda göreceğiniz iktibasları okurken de, lütfen buraya kadar sıraladığımız hususları hatırdan çıkarmamaya gayret edin. Aksi halde, ortada iyi niyet olsa bile, yine de bazı yanlış anlaşılmalar ve yanlış çağrışımlar meydan alabilir. Yanlışlara mahal verilmemesini bilhasa istirham ederek asıl konuya giriyoruz.
Terör bitsin isteniyorsa eğer...
Bediüzzaman ve Nur Talebelerinin ülke çapındaki hizmetlerinden tâ yıllar önce de sitayişle ve takdirle söz eden akademisyen yazar Halit Kakınç, Akşam gazetesindeki dünkü yazısında yine aynı yöndeki düşünce ve kanaatlerini merdane bir tavırla ortaya seriyor.
Yazısının hemen başında açık bir dille herkese şunu soruyor: “Siz, Türkiye’nin ülkesine bağlı bir vatandaşı olarak, terörün–adı konmamış bu iç savaşın sona ermesini istiyor musunuz?”
Bu soruya yine net ve kesin bir ifade ile "Ben istiyorum" diyen Kakınç, yazısının devamında ise, "terörün çaresi" olarak baktığı "Nurcuların hizmeti" noktasında kendince bildiği ve inandığı gerçekleri şu sözlerle dile getiriyor:
"Doğu’da ve Güneydoğu’da, Nurculuk, etkin bir tarikattı. Çünkü, fikir babası Said–i Nursî Kürt kökenli idi. Nurcular, bir evde bir araya gelir, Said–i Nursî’nin Nur Risâleleri adı verilen kitaplarını okurlardı.
"Devlet, her bölgedeki koşulları ayrı ayrı değerlendirerek buna uygun politikalar geliştireceğine, her yeri ve hepsini aynı sepete koydu. Hassas bölgelerde yaygın olan Nurculuğu bitirdi.... Tabiat, boşluk kabûl etmez diye bir yasa var. Aynen öyle oldu. Nurcular’ın yerini PKK aldı. Yerel halk korkutuldu, susturuldu. Ayrılıkçı tohumlar ekildi. Gencecik fidanlar devşirilerek dağa çıkarıldı. Terörist yapıldı.
"Dindar sayılmam. Deist’im. Yani, Nurcu değilim... Bağışlayın... Olay şudur: Said–i Nursî, bölge insanına terörden uzak durmalarını telkin ediyordu: 'Bir evde, yahut bir gemide, bir mâsum on câni bulunsa, Kur’ân’ın adâleti, o mâsumun hakkına zarar vermemek için, o evi, o gemiyi yakmayı (batırmayı) men ettiği hâlde, on mâsumu bir tek câni yüzünden mahv için, o ev, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı? Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi, hiçbir hak tanımaz. İnsan ahlâkını, canavar hayvan ahlâkına çevirir.” (Akşam, 12 Kasım 2008)
Said Nursî'nin veciz daha başka sözlerini de nakleden Halit Kakınç, netice itibariyle Nurcuların ve okudukları Nur Risâlelerinin anarşi gibi teröre karşı da çok büyük bir tesir gücüne sahip olduğunu ve bu mânevî/gönüllü hizmetin bilhassa Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde canlandırılması gerektiğini dolambaçsız bir ifade ile nazara veriyor. Tebrikler sayın Kakınç.
Aynı çarpıcı gerçeği, bundan tâ 30 sene evvel de Tercüman gazetesi yazarı sayın Ergun Göze köşe yazısında nazara vermişti. (Bkz: Agg, 7 Nisan 1979)
Biz de sayın Göze'yi o zaman tebrik etmiş ve kupürde gördüğünüz şu mesajı Siirt'ten göndermiştik: "...Şark'taki Nur Talebelerinin hizmetini takdir eden yazınızdan dolayı, Risâle–i Nur'la imanını kurtarmış Şark'lı bir üniversiteli olarak, sizi arkadaşlarım nâmına tebrik ediyorum."
Allah, sayın Göze ve sayın Kakınç gibi hakperest aydınların sayısını çoğaltsın diyor ve bir–iki noktaya daha açıklık getirerek bitirmek istiyoruz.
Said Nursî'nin Şark'taki etkinliği, onun sadece zahirî Kürtlük menşeinden kaynaklanmıyor. Şark'ta, Garp'ta ve dünyanın her yerinde, onun eserlerini ihlâs ve sadâkatle okuyanların ortak kanaati şudur: Bir imân fedâisi olan Hz. Bediüzzaman, aynı zamanda Kur'ân'ın mübelliğ bir müfessiri, Resûlullah'ın hakikî bir vârisi olup büyük bir İslâm âlimidir.
Kezâ, o zât hakikatte evlâd–ı Resûldür. Neseben seyyid ve şeriftir. Bunda şahsen zerre kadar bir tereddüdüm yoktur. Delilim ise pekçoktur. Arzu edenlerle bunları memnuniyetle paylaşırım.
Son not: Darbeciler, her defasında Nurcuların üzerine giderek dâvâlarını bitirmek/söndürmek istediler. Ancak, onların kendileri sönüp gittiler de, Nurcuların kudsî hizmeti aynen devam etti ve ediyor. Yoksa, şimdiki durum çok daha vahim olabilirdi.
13.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|