Kur’ân ve Risale-i Nur hizmetindeki İlâhî inayetle ilgili olarak Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Meselesinde, İkinci İşaret bölümündeki izahları da okumak gerekiyor.
Orada Üstad, sürgün edildiği Barla’da Risale-i Nur’un telifine başlarkenki durumunu “kalemsiz, yarım ümmî, diyar-ı gurbette kimsesiz, ihtilâttan (insanlarla bir araya gelmekten) men edilmiş” ifadeleriyle tasvir ettikten sonra diyor ki:
“Cenab-ı Hak kuvvetli, ciddî, samimî, gayyur (gayretli), fedakâr ve kalemleri birer elmas kılıç olan kardeşleri bana muavin (yardımcı) ihsan etti. Zayıf ve âciz omuzuma çok ağır gelen vazife-i Kur’âniyeyi o kuvvetli omuzlara bindirdi, kemal-i kereminden yükümü hafifleştirdi.”
“Ayrı ayrı meziyetleri ve kıymettar muhtelif hasiyetleri” ile “bir tevafukat-ı gaybiye nev’inden” “mübarek bir cemaat” teşkil eden bu muavinlerin özelliklerini de şöyle sıralıyor Üstad:
* Şevk ve sa’yü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir surette esrar-ı Kur’âniyeyi ve envar-ı imaniyeyi (Kur’ân’ın sırları ile imanın nurlarını) etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri.
* Harflerin değiştiği ve İslâm harfleriyle yazılan eserleri basacak matbaanın kalmadığı bir zamanda, usanç verip şevki kıracak pek çok sebep varken tam bir şevk ve gayretle hizmete koşarak iman nurlarını insanlara ulaştırmaları.
İşte o son derece zor şartlarda bu durumu “doğrudan doğruya bir keramet-i Kur’âniye ve zahir bir inayet-i İlâhiye” olarak niteliyor Üstad.
Demek ki, bu İlâhî inayet tecellîsinin, hizmeti bütün zor şartlara rağmen olağanüstü parlak bir şekilde inkişaf ettiren tezahürlerindeki anahtar ve kilit kelimeler şevk, sa’yü gayret ve ciddiyet.
İlâhî bir yönlendirme, istihdam ve tavzifle vücuda getirilip, dört ana esasından biri “şevk-i mutlak” olarak ifade edilen bir hizmetin, şevk, çalışma, gayret ve ciddiyet prensipleri üzerinde yükselip neşvü nema bulması, gayet manidar.
Şevk, çalışma isteği ve gayreti ile vazifedeki ciddiyetin, hele caydırıcı ve zor şartlar altında İlâhî inayet mânâsıyla irtibatlı birer ihsan-ı İlâhî olması da meselenin bir başka önemli vechesi.
Bu ihsan, ikram ve nimete mazhar olmanın öncelikli şartı ise ihlâs. Yani, araya başka hiçbir şey katmadan, kendisinde birşeyler vehmetmeden, münhasıran Allah rızasına kilitlenip sadece Onun rızasını hedefleyerek hizmete koşmak.
Üstad, bir sonraki pasajda onu söylüyor:
“Velâyetin (evliyalığın) kerameti olduğu gibi, niyet-i halisanın (ihlâslı niyetin) dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bâhusus lillah için olan bir uhuvvet (kardeşlik) dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün (dayanışmanın) çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil (tam bir evliya) hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.” (Mektubat, s. 360-1)
Onun için, böyle bir hizmetin mensubu olma mazhariyetine erişenlerin, her hal ve şart altında bu mânâları yaşayıp canlı tutma gayreti içinde olmaları ve zorlukları “Allah için teşkil ettikleri dayanışma” ile aşmaya çalışmaları gerekir.
Üstadın aynı bahisteki son sözleri de anlamlı:
“Bir kal’ayı fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır; aynen öyle de, şahs-ı manevînizin kuvvetiyle ve kalemlerinizle hâsıl olan fütuhattaki inayatı benim gibi bir biçareye veremezsiniz. Elbette, böyle mübarek bir cemaatte, tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ve ben görüyorum, fakat herkese ve umuma gösteremiyorum...”
Risale-i Nur’un birinci muhatapları ve saff-ı evvel talebeleri için ifade edilen bu mânâlardan hissedar olmanın bazı asgarî şartlarını, aynı ihlâsı yaşama; aynı şevk, sa’yü gayret ve ciddiyetle hizmete sahip çıkıp sarılma; aynı tesanüd ve kenetlenmeyi başarma gayreti içinde olmak şeklinde ifade etmek herhalde yanlış olmasa gerek.
Evet, bu noktalarda ne durumdayız?
09.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|