Nur hareketinin hizmet tarzında, meslek ve meşrebinde İslâmın hükümleri, farzları, sembolleri olan şeâir-i İslâmiyeye uymak ve ilân etmek esastır. Yani, hizmet için emir ve nehiyler terk edilmez.
Hizmetten maksat, iman ve Kur’ân hakikatlerini anlamak, özümsemek, anlatmak, tebliğ etmek, neşretmek değil mi? Şu halde, evvelâ kendine hizmet etmeli, kendine kabul ettirmeli. Ki, en etkili hizmet, söz ile değil, hâl diliyle yapılandır.
Öte yandan, şer’î meselelerde bir kısım meseleler, şahıslara taallûk eder; bir kısım umuma, umumiyet itibarıyla taallûk eder ki, şahsî farzlardan daha önemlidir. 1 Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebinde vurgulanan önemli prensiplerden birisi de, iman hizmeti, ibadetlerin, şeâirin (İslâm hükümleri ve sembolleri) gizlenemeyeceği hususudur.
Nur hizmetkârlığı, iman hizmeti gizlenmez. Zîrâ, ihfa (gizlemek) ve havf (korku); riyâdandır. Farzda riyâ yoktur. 2 Bâzı kardeşlerimizin, lüzumsuz, talebeliğini inkâr, husûsan (...) eskide ehemmiyetli kendi hizmet-i Nuriyelerini lüzumsuz setretmeleri (örtmeleri), gerçi çirkin, fakat onların sâbık hizmetleri için affedip gücenmemeliyiz. 3
Bu zamanın hizmet stratejisini bir müceddid olarak Bediüzzaman Said Nursî çizdiğine göre; söz onundur, hizmet metodunu, prensibini de o belirleyecektir. “Sırren tenevveret” (gizlilik içinde anlatma sırrı) bitmiştir. Takip edelim:
Risâle-i Nur’un en mahrem parçaları, en nâmahremlerin ellerine geçmek ve en mütekebbirlerin başlarına vurmak ve en baştakilerin yanlışlarını göstermek için “sırran tenevveret” perdesinden çıktı. Şimdiye kadar mesele küçültülmek isteniyordu. Fakat nasılsa bildiler ki, mes’ele pek büyüktür ve ehemmiyetle celb-i dikkat ise Risâle-i Nur’un parlak fütuhatına ve düşmanlarına da hayretle kendini okutmasına yol açar. 4
“Bakarsınız, sizin hoşlanmadığınız birşey, hakkınızda hayırlı olur.” 5
Farz ibadet ve şeâirleri de açıktan açığa yapmanın lüzumu ve daha sevaplı olduğu hususu üzerinde durulur:
Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; izharı, riya olamaz—meğer, gayet za’f-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki, şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharları, ihfâsından çok derece daha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi zatlar beyan ediyorlar. Sâir nevâfilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeâire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve halistir. 6
Ezan yalnızca namaza çağırmak değil; tevhidi semâ ehli dahil, bütün varlıklara ilândır. Başörtüsü sadece saçları örtmüyor, kadınlara kazandırdığı vakar, ciddiyet ve heybetin yanında İslâmı tebliğ ve hizmet ifa ediyor. Ezan, namaz, başörtüsü gibi şeair-i İslâmiyeyi açıktan ifa, bizatihî hizmet ve tebliğdir.
“Bir arkadaşımız, Frankfurt’tan taksiyle Münih’e giden ve çok ucuza yanına yol arkadaşları arayan İtalyan asıllı birisiyle yola çıkıyor. Yanlarında bir Alman yolcu da vardır. Meslekleri birbirine yakın olduğu için sohbete başlıyorlar. Yolda namazının geçmemesi için bir benzinliğe yaklaşınca, arkadaşımız oraya girmelerini istiyor. Giriyorlar. Namazdan sonra yola koyuluyorlar. Biraz sonra Alman arkadaşları Stuttgart’a iniyor. Onun inmesinden sonra İtalyan, konuşmaya başlıyor. İslâmiyet’te ibadet ve namazın ne mânâya geldiğini soruyor. Arkadaşımız, namazla ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘9. Söz’ isimli eserini yeni mütalâa ettiği için hâfızasından anlatmaya başlıyor… “Zaten fıtrat hep ibadet halindedir. Ağaçlar ayakta gibi; dağlar oturuyor gibi; dört ayaklılar rükûda gibi; sürüngenler secdede gibi tesbihlerini ve hamdlerini yapmaktadırlar. Gerçekte ise meleklerin bir kısmı sadece ayakta; bir kısmı sadece rükûda; bir kısmı sadece secdede; bir kısmı da sadece oturarak ibadet ederler. Cenâb-ı Hak, insanları üstün yarattığı için bütün mahlûkatın yaptıkları çeşit çeşit ibadetleri namazın içine toplamıştır” diyor.
Bu ibadet şekli çok hoşuna giden İtalyan ‘Bu yolculuğumuz bir tesadüf değil... Senin benzinliğe girip namaz kılman bir tesadüf değil. Yoksa bu güzel sohbetimiz olamazdı…’ diyor. Aradan bir buçuk ay geçince arkadaşımızı arayıp “Bu namaz ibadeti çok hoşuma gitti!.. Yanlış anlama, hemen Müslüman olacak değilim; ama namaz kılmayı nasıl öğrenebilirim? Bana yardımcı olur musun?” diye soruyor. O da kendisine yardımcı olacağını söylüyor.
“Aslında arkadaşımızın anlattığı gibi namaz, tâbir câiz ise bir nev’î kâinatla bütünleşip, Cenâb-ı Hakk’a tesbih, tekbir, tahmidde bulunmaktır. Âyetlerin ifadesine göre her şey tesbih etmektedir. Sıra sıra uçan kuşlar da duâ ve tesbihlerini yapmaktadır. Bütün semâvî dinlerde rükû, sücud vardır. Hâlen bazı Hıristiyan mezhepler içinde namazı rükûlu, secdeli edâ edenler vardır. Bir arkadaşımız, Amerikalı bir papazın namaz kıldığını gördüğünde hayret etmiş. O da “Arapça öğrenmek için Mısır’a gitmiştim. Orada bazı papazların secde ettiklerini gördüm. Onlara, ‘Siz Müslüman mı oldunuz?’ diye sordum. ‘Yok’ dediler. ‘Aslında bizim dinimizde de secde var; ama oruçta yapılan değişiklik gibi namaz ibadetinde de bir değişiklik yapıldı. Aslı böyle olduğu için biz böyle ibadet ediyoruz.’ Onları gördükten sonra hoşuma gitti ben de başladım. Mısır’dan döndükten sonra da bırakmadım” demiş...
Farzları edâ etmekte riyâ olmadığı için, gizli kılmaya gerek yok. Bizler, hem ciddî ve dikkatli namaz kılabilsek, hem de soran ve ilgi duyanlara güzelce anlatabilsek, yeryüzünü bir secdegâh yapabiliriz İnşaallah...” 7
Bundan da anlaşılıyor ki, namaz ve sair ibadetler bir belâğat ve büyüleyici ruha sahip. Namaz kılanları izleyerek, ezanı duyarak hidayete eren nice bahtiyarı kaydeder tarih-i beşer ve günümüz araştırmaları.
Eğer dahilde veya yurtdışına gidişin asıl sebebi tebliğ, yani dini/İslâmiyeti yaymak ise, değil gizlemek, bilâkis açıktan açığa onun güzelliklerini, özelliklerini ve dolayısıyla muhteşemliğini yaşayarak, fiilen göstermek gerekmez mi? Eğer şeâiri gizliyor, farzları yerine getirmiyorsanız, neyi anlatıyor, neyi tebliğ ediyor, neyin hizmetini yapıyorsunuz?
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 385.
2- Hutbe-i Şamiye, s. 94.
3- Şuâlar, s. 429.
4- Şuâlar, s. 287.
5- Bakara Sûresi, 216.
6- Kastamonu, s. 141.
7- Abdullah Aymaz / Zaman / 16 Ocak 2005.
10.11.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|