Bediüzzaman’ın müsbet hareket çerçevesinde pasif direniş ve sivil itaatsizliğe kazandırdığı prensipler ve formüller gerçekten harikadır. Herbirisi hem üstün formüllerdir, hem de halen güncelliğini devam ettiriyor. Bazılarını şöyle maddeleştirebiliriz:
*Müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek. Yani, Allah’ın rızasını düşünerek sırf iman hizmetini yapmaktır. 1
* Müstebit, diktatör, insan hak ve hürriyetlerini reddeden rejimle barışmamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman, meseleyi şöyle açar:
“Bu rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risâle-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır… Risâle-i Nur’un şakirtlerinden en müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Fikir ve vicdan hürriyeti onları temize çıkarır.” 2
* Siyasî literatürde, demokrasinin temel esaslarına aykırı olmamak şartıyla laiklik, devletin her türlü inanç ve düşünce karşısında tarafsız kalmasıydı. Laikliğin tanımını yapan, ancak jakoben laikliğe sahip çıkmayan Bediüzzaman, lâik cumhuriyeti ise, dini dünyadan ayıran, ancak dini reddetmeyen, dinsiz olmayan bir sistem olarak kabul eder. Cumhuriyetin lâik mânâsını da, bîtaraf (tarafsız) kalmak, yâni hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükûmet telâkki eder. 3
Ancak, sosyal bir olgu olarak fıtraten dindar bir milleti yönetmek için elbette dindarlığa taraftar olunması ve teşvik edilmesi gerekir. Hem madem, laik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemeli. 4
Lâik cumhuriyet, tarafsız kalır 5 diyen Bediüzzaman, o devreleri de, “Cumhuriyet devrinde laiklik dinsizlik olarak tatbik edildi, 6 “Dinsizlik laiklikten istifade ile kuvvet buldu,” 7 sözleriyle eleştirir.
* Bir şahsın kendi namına hazm-ı nefs edeceğini (kendisini yerebileceğini), tefahur edemeyeceğini (övünemeyeceğini); millet (ve cemaat) namına tefahur edebileceğini (gurur duyacağını), hazm-ı nefs edemeyeceğini ifade eder. 8
* Hayat, vahdet ve ittihadın (birlik ve beraberliğin) neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad (uyum içindeki birlik) gittiği vakit, mânevî hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. 9
* Cüz’î hukuku (basit, küçük hakları), hatta hayatı, haysiyeti ve dünyevî mutluluğu kuvvetli rabıta olan güçbirliği için feda etmek. Ve tartışmalı mevzularda meşveret etmek. 10 Yani, fikir birliğine varmak için, çoğunluğun görüşünü benimsemek.
* Sonuç almanın çok şüpheli ve zor olduğu siyasete karışmamak, iktidarın nazarını kendine celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak. 11
* Asâyişe (sosyal düzene) mümkün olduğu kadar dokunmamak 12; bütün kuvvetiyle milleti anarşilikten muhafaza ve emniyet ve âsâyişi temin etmek için çalışmak.
* “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez” 13 âyetinin sırrınca, yani “suçun şahsîliği” prensibince dahilde asla güç, şiddet kullanmamak. 14
Dipnotlar: 1- Emirdağ Lâhikası, s. 455.; 2- Kastamonu Lâhikası, s. 206.; 3- Tarihçe-i Hayat, s. 187, 332.; 4- Age, s. 194.; 5- Tarihçe-i Hayat, s. 195.; 6- Tarihçe-i Hayat, s. 195.; 7- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 97.; 8- Sünûhat, s. 20.; 9- Barla Lâhikası, s. 87.; 10- Kastamonu Lâhikası, s. 181.; 11- Şuâlar, s. 326.; 12- Şuâlar, s. 429.; 13- Kur’ân, En’am, 164.; 14- Emirdağ Lâhikası, s. 455.
09.11.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|