Toplumdaki ahlâkî yozlaşma hız kazanarak devam ediyor. Mânevî yöndeki tahribât, beraberinde ahlâkî erozyonu getiriyor. Kudsî değerlerin alabora olması bir bütün olarak toplum hayatını içinden çıkılmaz bir hâle getiriyor. Bu acıklı hâl, insanların toplum içindeki hâl ve davranışlarını hiç de hoş olmayan durumlara sokuyor. Karşılıklı saygı sevgi ilişkileri kalmıyor; insanlar arasındaki şefkat ve merhamet duyguları zedeleniyor.
Mânevî değerlerden yoksun, dînî değerlerden uzak bir yaşantının içinde bulunan insanlar, artık toplumun ayıp saydığı, hoş görmediği, tuhaf karşıladığı hâl ve hareketleri, söz ve davranışları hiç çekinmeden sergileyebiliyor. “Çevremdeki bu insanlar şu yaptıklarımı nasıl karşılar?” suallerini akıllarına getirmeden istedikleri hâl ve tavırları sergileyebiliyorlar. Bu yönde hiçbir engel, hiçbir sınır tanımadan nefis ve hevâları doğrultusunda rahatça hareket edebiliyorlar toplumda.
Toplumdaki bu dejenerasyonun kapsamı gün geçtikçe genişliyor. Tıpkı bulaşıcı hastalıklar gibi bir çok insana da sirâyet ediyor. Bir bakıyorsunuz, mânevî değerlere pek de yabancı olmayan insanlardan dahi zaman zaman toplum içinde hiç de hoş karşılanmayan hâl ve tavırlar sudur edebiliyor.
Meselâ tesettürlü bazı bayanların düğünlerde, eğlence yerlerinde çıkıp erkeklerle beraber oynamaları... Tesettürlü bazı genç kızların toplum içinde genç erkeklerle el ele, kol kola dolaşmaları... Yine toplu taşıma araçlarında veya kalabalık alış veriş merkezlerinde bazı tesettürlü bayanların yüksek sesle gülüşerek nazar-ı dikkatleri üzerlerine çekmeleri...
Toplumsal bozulmanın mânevî değerlere pek de yabancı olmayan kesimlere yansıması böyle olduğuna göre; mânevî değerlerden yoksun, dînî değerlere mesafeli durmayı tercih eden kesimlerde ne şekilde bir hâl arz ettiğini takdirlerinize havale ediyorum.
Nefsânî arzularının esiri olmuş, şahsî keyf ve zevklerini yaşamaktan başka bir gâyeleri olmayan, akıllarına her geleni icra etmeyi alışkanlık haline getirmiş, aynı toplumda beraber yaşadıkları sâir insanların hak ve hürriyetlerini nazara almayan, her istediklerini, her zaman ve zeminde yapmayı özgürlük zanneden, sergiledikleri gayr-i ahlâkî hâl ve tavırlardan başkalarının rahatsızlığını hiç kaale almayan, her yeri, her mekânı kendilerinin özel alanı gibi bilen ve o şekilde hareket eden bu dünyalık insanların toplum hayatını ne hâle getirdiklerini, henüz bazı hassasiyetleri dumura uğramamış her insan çok iyi biliyor ve görüyor.
Toplum hayatının hızla bozularak iyice yozlaşması için en iğrenç hâl ve davranışlarda bulunan ve bu yolda ne insanî, ne kanunî hiçbir sınır tanımayan bu insanların, dönüp bir de İslâmî kesimlerce baskı altına alındıklarını, istedikleri hayatı yaşayamadıklarını, adeta “mahalle baskısına” maruz kaldıklarını dile getirmeleri, bu işin bir başka vechesini gözler önüne sermesi bakımından ibretlik bir durumdur. Anadolu’da serbestçe içki içip, gönüllerince eğlenebilecekleri bir mekân bulamadıklarını; namaz kılmadıkları, oruç tutmadıkları için, bir çok insan tarafından yadırgandıklarını; bekledikleri sevgi ve saygıyı göremediklerini her fırsatta gündemde tutmaya çalışan bu insanları gördükçe insanın, “kimin eli kimin cebinde” ve “hem suçlu, hem güçlü” diyesi geliyor.
Baskı altında olduklarını anketlerle ispata çalışan bu kesimin, istediği hürriyet şeklini zaman zaman dile getirdiklerinden anlıyoruz ki, başkalarının hak ve hukuklarını hiç kaale almayan, nefis ve hevalarının sınırsız tatminini esas alan bir yaşantı biçimi. Dünya üzerinde böyle sınırı olmayan bir hürriyetin yaşandığı bir ülke var mı bilemiyorum...
28.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|