"Gerçekten" haber verir 23 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Eğitim

Öğrenilmiş şiddet

Geleneksel yapıdaki eğitim sistemleri, sözel ve sayısal alanlarda çok iyi gelişmemiş öğrencilerin sahip oldukları diğer yeteneklerini görmezden gelerek, küçümseyerek veya yok sayarak bu öğrencileri kolaylıkla öğrenme özürlü, zekâ özürlü veya yavaş öğrenen gibi olumsuz sıfatlarla etkileyebilmektedirler. Diğer taraftan, çoklu zekâ teorisi, bütün çocukların sahip oldukları tabiî ve gizil.

Geçmişten günümüze kadar devam eden şiddet olgusu, bugün farklı alanlarda daha sistematik ve profesyonel tekniklerle uygulanmaktadır. Bunlar genel olarak fiziksel şiddet; güçlünün zayıfa uyguladığı şiddet, duygusal şiddet; psikolojik yöntemlerle uygulanan şiddet, sembolik şiddet; doğrudan görülmeyen ancak medya aracılığı ile bireylerde belirli kişi ve guruplara yönelik kin ve nefret duygularını tetikleyen şiddet, cinsel şiddet; özellikle kadın ve çocuklar üzerinde cinsel kimlik sorunlarından kaynaklanan şiddet türleridir. 1

Peki günümüzde bu kadar çeşitlenen ve toplumsal hayatı tehdit eden şiddetin ortaya çıkmasında öğrenmenin ve toplumsal değerlerin yeri nedir? Şiddet kalıtsal mıdır? Yoksa sonradan mı öğrenilmektedir?

Şiddetin ortaya çıkmasında belirleyici olan faktörlerin başında kalıtım gelmektedir. Annenin gebelik döneminde geçirdiği hastalıklar, alkol, sigara, prematüre doğumlar ile bebeklik dönemindeki travmalar bireyin metabolizmasını derinden etkilediği için şiddete meyilli bir kişilik görülebilir. Ayrıca ebeveyndeki psikolojik rahatsızlıklar kalıtım yoluyla da çocuklara geçmektedir. Ancak bu tür şiddete meyil oranı toplumda çok düşük bir oranda görülen ve psikolojik tedavi gerektiren bir durumdur.

Diğer taraftan çevre yoluyla öğrenilen bir şiddet olgusundan söz edebiliriz. Aileden başlayarak okul ve sosyal hayatta kendini türlü şekillerde gösteren şiddet figürleri, bireyler tarafından model alma/taklit yoluyla öğrenilmektedir. Ebeveynler arasındaki şiddet görüntülerine şahit olan çocuk bunu küçük kardeşine ya da komşusunun çocuğuna uygulamakta ve bunu meşrû bir davranış biçimi olarak algılamaktadır. Okulda şahit olunan şiddet pozis-yonları çocuktaki bu algıyı daha da güçlendirmektedir. Çünkü ebeveynden sonra çocuk için ikinci ve bazen de birinci meşrûiyet kaynağı okul ortamı/öğretmendir.

Bütün bunlarla birlikte sokakta, çarşıda görülen şiddet manzaraları zihinlerde bu tür davranışların gayet tabiî ve meşrû olduğu fikrini uyandırmaktadır. Dolayısıyla bu ve benzeri yollarla toplumsal değerler arasına giren şiddet olgusu kendini sözlü ve yazılı aktarımlar yoluyla atasözleri, öyküler, hikâyeler, türkü ve şarkılar, dizi film ve sinemalar yoluyla yeniden üretilmektedir. Meselâ “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme”, “kızını dövmeyen dizini döver”, “eti senin kemiği benim”, “dayak (sopa), cennetten çıkmıştır.”

Kara Murat, Tarkan, v.b filmlerle kahramanlık, sözde tarih bilinci verilmesi amaçlanmakta ancak el altından şiddetin zihinlere kazındığının farkına bile varılmamaktadır. Deli Yürek, Kurtlar Vadisi gibi dizilerde ise adeta şiddetin türevleri uygulamalı olarak öğretilmektedir. Adam kesmekten her türlü işkenceye kadar silâhların gurur vesilesi olarak gösterildiği birçok sahne, şiddeti ve toplumsal norm-suzluğu teşvik etmektedir. Çizgi filmlerdeki kurgulu şiddet ve kavga sahneleri de işin cabası. Kot giyip kolye takan gençler, şimdilerde ağabeyleri Polat ve Miroğlu’nu taklit ederek takım elbise giymekte, parmağında gümüş yüzükle racon kesmektedir.

Bütün bunlar şiddetin toplumsallaşmasını sağlamakta, çok yönlü sorunlara yol açmaktadır. Normsuzluk, anomi, davranış bozuklukları, suç oranlarının yükselmesi toplumda kaosa sebep olmaktadır. Öyleyse öncelikli olarak kalıtsal yollarla gelen şiddetten ziyade türlü araçlarla gençlerimize, çocuklarımıza her gün öğretip da-yattığımız şiddet olgusunu gündemimize alıp bu konuda tedbirler geliştirmeliyiz. Bunun için de ilk olarak konunun daha detaylı tartışılması, kamuoyuna mal edilmesi gerekmektedir. Şiddeti üreten kaynaklardan özellikle medyaya yönelik yasal değişiklikler ve önleyici tedbirler alınması acildir. Diğer taraftan değerler dünyasına yerleşen şiddet olgusunu bertaraf etmek için örgün ve yaygın eğitim kurumlarındaki imkânlar harekete geçirilerek çalışmalar yapılmalıdır.

Bu bağlamda toplumdaki kanaat önderleri ile işbirliği yapılarak bu tür eğitimlerin kapsamı genişletilebilir. Okullardaki rehberlik servisleri acilen güçlendirilmeli, rehber öğretmensiz okul kalmamalıdır. Ayrıca rehber öğretmenlerin çalışma programında somut sonuçlar almaya yönelik güncel konulara da yer verilmelidir. Okul aile işbirliği güçlendirilerek, var olan şiddet olgusunun sonuçları hakkında bilgilendirici konferans, kurs, seminer v.b faaliyetler tertiplenmelidir. Sevgiye dayalı disiplin, toplumun bütün katmanlarına yayılmadığı müd-detçe şiddetin hayatın her alanında çeşitli şekillerde temarüz etmesi kaçınılmaz olacaktır. O halde buyrun severek başlayalım her işimize…

[1] TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, Töre ve Namus cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması gereken Önlemlerin Belirlenmesi, TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara 2006, s. 135

MAHMUT KAYA

23.12.2008


Düşünmeden öğrenmek yitirilmiş bir emektir

Makedonya kralı Philippe, oğlunun öğretmeni olan Aristo’ya kızmıştı. “Ne olacak sanki”, dedi. “Senin yerine bir köle tutar ona baktırırım”. Bunun üzerine Aristo “Evet majeste”, dedi, “o zaman çok geçmeden iki köleniz olur!” (Aristo). Deneme ile uzun bir gezide, kestirme bir yol bulabilirsiniz. Fakat öğrenim bir yılda, deneyimin yirmi yılda öğrettiğini öğretir (Roger Askham). Eğitim sayesinde insanları yöneltmek kolay, sürmek güç; idare etmek kolay, fakat köleleştirmek imkânsızdır (Lord Braugham). Bir öğretmen sonsuzluğu etkiler; etkisinin nerede sona ereceği bilinemez (Henry Adams). İyi okumuş bir kimseden başkası, bir yanlışı itiraf etmeyi başaramaz veya bir kusurun yapılış sebeplerini iyi bir şekilde anlatamaz (Benjamin Franklin). Belki bütün eğitimin en değerli sonucu, yapmaya mecbur olduğumuz şeyi, yapılması gereken zamanda ve onu, ister sevelim, ister sevmeyelim yapmaktadır. Öğrenilmesi gereken ilk şey budur. Belki bu insanın öğreneceği son derstir (Thomas Henry Huxley). Düşünmeden öğrenmek yitirilmiş bir emektir, zaman kaybetmektir (Konfüçyüs). Bilginin iki çeşidi vardır. Biz bir konuyu ya biliriz ya da onu nerede bulabileceğimizi biliriz (Samuel Johnson).

23.12.2008


Türkiye’de eğitim sendikacılığının işlevleri

ÖZ ELEŞTİRİ YOK

Türkiye’de eğitim özgürleştirici bir süreç olmaktan çıkmıştır. Bireyi değerlerinden, kültüründen uzaklaştırmaktadır. Eğitim iş kolunda faaliyetlerini sürdüren örgütlenmelerin bu duruma içeriden bir eleştiri yapıp, çocuklarımızın kişilik ve şahsiyet kazanımını engelleyen bu olumsuzlukların giderilmesi, onların nesne değil özne olarak aileden, tarihlerinden getirdiği kültür ve inançlarına ve bunları yaşamasına saygı duyan özgürlükçü bir eğitim sisteminin oluşması için gerekli bilgi ve tavrı üretmedikleri görülmektedir.

Eğitim çalışanlarının eğitime ve buna bağlı olarak ülke sorunlarına duyarlı, daha eleştirel ve bilinçle yaklaşmaları beklenirken mevcut eğitim sendikalarının eğitim çalışanlarını promosyonculuğa ve menfaatçiliğe alıştırmaları yüzünden böylesi bir duyarlılığın yok edilmesine sebep olmuşlardır. Sendikaların promosyon yaptığı tek ülke Türkiye’dir. Bu durum dünya sendikacılık tarihinde bir ilktir. Çünkü sendikalar dünyanın neresinde olursa olsun “vermek” için değil aksine “almak” için işlev görürler. Bakkal, terzi, manav, market, tüp gaz indirimi, kefilsiz kredi, hayat sigortası hatta en son ev ve arsaya kadar bu promosyon ağını genişletebilmişlerdir. Maalesef yeni üye kazanmak için bu yollara başvurmaktadırlar. Eğitim sendikaları okullarda öğretmen açığı olup olmadığına bakmaksızın “üyemin çıkarını gözetiyorum” mantığıyla öğrencilerin derslerinin boş geçmesine aldırmaksızın öğretmenlerin yer değiştirmesinde aktif rol oynamaktadırlar.

KALİTE BEKLENEMEZ

Bu durumda elbette ki eğitim ve öğretimin kalitesinden söz edilemez. Türkiye’de binlerce öğretmenin bu şekilde sendikalarını devreye sokarak yer değiştirdiği bilinmektedir. Buna il, ilçe Millî Eğitim müdürlerini hatta okul müdürlerini de eklerseniz eğitimde ne denli kaosa ve istikrarsızlığa sebep olduklarını daha iyi anlayabiliriz.

Muhalif bir bilincin oluşmaması daima çalışanların aleyhine olacaktır. Devlete sırnaşarak hak kazanımı elde etmek mümkün değildir. Ancak yukarıda bahsedildiği gibi şahsî menfaatler elde edilebilir. Bu durumlarıyla eğitim iş kolunda faaliyet gösteren sendikalar Türk eğitim sisteminin tek tipleştirici ve dayatmacı durumunu aynı zamanda halkın yüzyıllık birikiminin popüler kültür dayatmalarıyla yoğun bir bilinç uysallaştırması adı altında sessizleştirilmesine de meydan vermektedirler. Mühim olan ekonomik imkânlara bağlı sorunları (öğretmen yetersizliği, sınıfların kalabalık, dersliklerin yetersiz oluşu, teknik donanım vs.) dillendirmek değildir. Ülkemizde yaşanan siyasal, sosyal sorunlara, insan haklarına, özgürlüklere, ifade özgürlüğün önündeki engellerin kalkmasına sivil kuruluşların sağlayacağı katkılardır.

Pragmatist bir zihniyetle sendikacılığın yürüyemeyeceği aşikârdır. Kamu çalışanlarının halen % 60’ının sendikalı olmaması ve yapılan anketler sonucu % 70’inin mevcut sendikal örgütlenmelere güven duymaması bunun göstergesidir.

SENDİKALAR İDEOLOJİK

DÜŞÜNMEMELİDİR

Milletimiz gereksiz ve anlamsız kamplara bölünmüşken bu bölünmenin iş yerlerine taşınması çalışma barışının zedelenmesine sebep olmuştur. Bu aynı zamanda Türkiye’deki eğitim sisteminin istikrarını ve kalitesini baltaladığı gibi, işyerlerinde düşmanlıkların oluşmasına da sebep olmuştur.

Sendikal mücadelede ideolojiye yer yoktur. Bu anlamda sendikalar ideolojik düşünmemelidirler. Bu durum çalışanları kardeş yerine düşman yapar fakat ülkemizde özgürlüğü, kardeşliği dillerinden düşürmeyen sendikalar yeri geldiğinde darbe çığırtkanlığı yapmaktan kendilerini alamamışlardır. Din, ırk, renk, fikir ayrılıklarını dikkate almadan bütün çalışanların yanında olmaları gerektiğine dair ilkeleri tüzüklerinin en başında yer almasına karşın meselâ 28 Şubat sürecinde inançları gereği başlarını örttükleri gerekçesiyle mesleklerinden ihraç edilen binlerce eğitim emekçisinin mağduriyetini bırakın kınamayı, üstüne üstlük “ideolojimize terstir” diyerek bu duruma ses çıkarmamış hatta desteklemişlerdir. Böylesi bir sendikal kültürün oluşturulduğu ülkemizde birlik beraberlik, kardeşlik, barış, özgürlük, eğitim-öğretim, kalite vs.den bahsetmek elbette imkânsızdır.

Sendikalar öncelikle statükocu yapılarından kurtulmalıdırlar. Demokratik bir yapıyla kendilerini yeniden yapılandırmak zorundadırlar. Şeklî demokrasiden reel demokrasiye geçmelidirler. Sendika başkanları kendilerini “ağa” olarak görmemelidir. Kişisel çıkar ve ikbal peşinde koşmamalıdırlar. Ayrımcılıktan ve bölücülükten ayrı durmalıdırlar. “Herkes için adalet, herkes için özgürlük” ilkesini derhal hayata geçirmek zorundadırlar.

Sivil toplum örgütlerinin gerçek işlevinde faaliyet göstermeleri, özgürlükçü, demokrat, insan haklarına saygılı, fikir ayrılıklarına açık, herkes için adaleti ve özgürlüğü savunabilmeleri ve böylesi bir sendikal kültürün oluşabilmesi için öncelikle siyasî partilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Siyasî partiler sivil toplum örgütleriyle “arka bahçe” ilişkisi yaşamayı kendileri için bir kazanım saymaktan vazgeçmelidirler. Tamamen halka dayanması, halkın gücünü alması gereken sivil toplum örgütleri siyasî partilerin gölgesi altında etkisiz, işlevsiz, kullanılan unsurlar haline dönüştürülmüştür. Bu durum demokrasinin, özgürlüklerin, hukukun gelişmesinin de önünü tıkayan, yaralayan bir durumdur.

Sivil toplum örgütleri de kuruluş ilkelerine, amaçlarına bağlı olması, gücünü siyasî partilerden değil de tamamen üyelerinden alması hususunda net bir kararlılık ortaya koyarlarsa en azından bu olumsuzluklara bir dur deme şansları olacaktır. Böylelikle çalışanları adına siyaset üretebilecekleri gibi; demokrasinin, özgürlüklerin ve hukukun gelişmesinde de aktif rol oynayacaklardır. Bu anlamda Türkiye’de acilen bağımsız bir sendikacılık kültürünün oluşması gerekmektedir.

Millî Eğitim, yaklaşık 600 bin öğretmeni, 15 milyon öğrenciyi ve öğrenci ve öğretmen yakınlarını da içine alarak neredeyse bütün Türk halkını yakından ilgilendiren önemli bir kurumdur. Eğitim iş koluna bağlı sendikalar, siyasal farklılıklarını bir yana bırakıp, ortak yanlarını ve değerlerini ortaya koyduklarında farklılıklarından daha çok ortak değerlerinin olduğu görülecektir. Hatta bu ortak değerler beraberinde hoşgörü kültürünü de getirecektir.

İdeolojik düşmanlıklar ortadan kaybolacağı gibi eğitimin istikrarı ve kalitesi adına çok ciddî kazanımlar elde edilecektir. Bilindiği gibi her türlü ayrışma, çalışanların zayıflamasına, sermaye ve güç sahipleri tarafından her türlü kazanımların geriletilmesine, yoksulluğa, açlığa, sefalet ücretine mahkûm edilmesine yol açmaktadır. Eğer insanca yaşama mücadelesi verilecekse bunun yolu bağımsız, herhangi bir yere angaje olmayan sivil toplum örgütleri tarafından verilecektir.

Sendikaların ciddî bir donanım ve bilgi eksikliklerinin olduğu şu ana kadarki faaliyetlerinden, tutum ve tavırlarından bellidir. Bu aynı zamanda kendi rolünü ve ne ifade ettiğini algılayamamakla alâkalı bir durumdur. Bunu gözden geçirmeleri gerekmektedir. Muhalefet etmekten, farklı düşünceye sahip çalışanların haklarını savunmaktan korkmamalıdırlar. Meselâ sol görüşlü bilinen Eğitim-Sen Ankara’da başörtüsüne saygı yürüyüşü yapabilmelidir. Farklı görüşlere, inançlara ne kadar açık olduklarını gösterebilmelidirler. Yoksa tüzüklerdeki “din, ırk, renk, görüş ayırt etmeksizin” ifadesinin ne anlamı kalır. Elbette benzer bir durum diğer sendikalar için de geçerli olmalıdır.

Türkiye sendikal anlamda daha çok yol kat edecektir. Özellikle yeni kurulan sendikalara büyük işler düşer. Onlar geçmişten ders çıkararak herhangi bir yere angaje olmadan, daha geniş bir vizyonla yepyeni bir sendikacılık kültürünün oluşmasında bizlere öncülük edebilirler.

UFUK COŞKUN

23.12.2008


Dünya Bankası Kalkınma Fikirleri Hibe Yarışması

“TÜRKİYE’DE Gençlik: Geleceğimizi Şekillendirelim” temalı Kalkınma Fikirleri Hibe Yarışmasına başvurular başladı. Yarışma kapsamında en yenilikçi proje tekliflerinin finanse edilebilmesi için proje başına 20 bin dolar hibe sağlanacak. Yarışmanın tanıtımı için düzenlenen toplantıda konuşan Dünya Bankası Türkiye Ülke Direktörü Ulrich Zachau, küçük bir fikrin, az bir finansmanla gençlere çok faydalı olabileceğini belirtti. Ulrich Zachau, yarışmaya “İş Yaşamına Başlarken: Gençler İçin Daha Fazla ve Daha İyi İşler”, “Becerilerimizi Geliştirmek: Gençler İçin Daha Fazla ve Daha İyi Eğitim”, “Sesimizi Duyurmak: Gençlerin Katılımı, Dâhil Edilmesi ve Çalışması” ile “Geleceğimiz İçin Köprüler Kurmak: Ortaklarla Çalışmak” alanlarından birine yönelik projelerle başvurulabileceğini aktararak, “Ana amacımız fikirleri ortaya çıkararak, gerçek projelere dönüşmelerini sağlamak ve gençlere yardım etmek” dedi. Yarışmaya ilişkin ayrıntılı bilgiye “www.yaraticifikirler.org” adresinden ulaşılabilecek. Verilen bilgiye göre, 15 Şubat 2009 tarihine kadar kabul edilecek başvurular içinde finale kalanlar nihaî projelerini 15 Nisan 2009’a kadar sunacaklar. Yarışmada dereceye girenler de 21 Mayıs 2009’da gerçekleştirilecek “Gençlik Panayırı”nda açıklanacak.

23.12.2008


Türkiye Vodafone Vakfı Bilgi Toplumu Hibe Programı

TÜRKİYE Vodafone Vakfı 2009-2010 döneminde sivil toplum örgütlerinin toplumsal projelerini desteklemek üzere yeni bir Hibe Programı açtı. Her sene sivil toplum örgütlerinin yeni projeleri için fon ayıran vakıf 2009-2010 yılı için ülkemizin bilgi toplumuna dönüşüm sürecini hızlandıracak projelere 1,5 milyon YTL’nin üzerinde kaynak ayırdı. Türkiye Vodafone Vakfı Bilgi Toplumu Hibe Programı, toplumun hayat kalitesinin artması için özellikle dezavantajlı gruplarının gerekli eğitim imkânlarından yararlanmasını, bu grupların hizmete erişimlerini, bireylerin yeteneklerinin bilgi ve becerilerinin geliştirilmesini sağlayacak etkin programların tasarlanmasını, uygulanmasını ve programların kamu kurumları tarafından sahiplenilerek yaygınlaştırılmasını hedefleyen projeleri destekliyor. Bilgi Toplumu Hibe Programı aşağıdaki konuları içeren projelere öncelik verecektir: Toplumsal kapasitenin güçlendirilmesi, farkındalık oluşturma/duyarlılık geliştirme, toplumsal katılım, hizmete erişimin sağlanması ve eşitsizliklerin giderilmesi, yaygınlaştırma, politika üretme, savunuculuk. Hibe rehberi ve başvuru formlarını www.turkiyevodafonevakfi.org.tr adresinde bulabilirsiniz.

23.12.2008


Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme Hibe Programı

SABANCI Vakfı kadın, genç ve engelli alanlarının örtüşme noktalarına önem vererek alanlar arası çalışmaların daha bütünsel bir yaklaşım içinde gerçekleştirilmesini önemsemektedir. Bu doğrultuda desteklenen projeler ve yapılan faaliyetlerin, kadın ve engelli çalışma alanlarında ‘Gençlik Boyutu’; genç ve engelli çalışma alanlarında ‘Toplumsal Cinsiyet Boyutu’; kadın ve genç çalışma alanında ‘Engelli Boyutu’ kazandırmasını hedeflemektedir. Sabancı Vakfı Hibe Programları kapsamında yeni açılan ‘Toplumsal Gelişme Hibe Programı’yla bu amaç çerçevesinde geliştirilen projelerden desteklenmeye hak kazananlara toplam 1.000.000 YTL hibe tahsis edilecektir. Hibe Programı çerçevesinde alınan başvurular Sabancı Vakfı ve uzmanlar tarafından değerlendirilecektir. Hibe Programına, T.C. Yasalarına göre kurulmuş ve Türkiye’de yerleşik; Dernekler, Vakıflar, Meslek Örgütleri, Kooperatifler ve Üniversiteler başvuru yapabilir. Başvurular online olarak yapılmaktadır. Sabancı Vakfı web sitesi üzerinden başvuru formu doldurulduktan sonra tarafınıza gönderilecek formun yazıcı çıktısının imzalanarak gerekli belgelerle birlikte Sabancı Vakfı’na ulaştırılması için son tarih 20 Ocak 2009 saat 17.00’dır. Ayrıntılı bilgi için http://www.sabancivakfi.org/tr adresine bakabilirsiniz.

23.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır