Gelir dağılımındaki adaletsizliğin ‘diz boyu’nu geçtiğini gösteren bir haber, hemen bütün gazetelerde yer aldı. Habere göre, Hakkâri’den Van’a göç eden ailelerin yaşadığı Van’ın Beyüzümü Mahallesinin çocukları yokluk içinde yaşıyorlar. Fotoğraflara bakılınca, okul çağındaki çocukların ayaklarında ayakkabı, üstlerinde de doğru düzgün elbise olmadığı görülüyor. Van’daki hadiseyi anlayabilmek için eksi 8 derece soğukta çocuklarımızın ‘terlik’le okula gitmek mecburiyetinde kaldığını düşünelim! Bu durumu ‘normal’ kabul edebilir miyiz?
İlgili haberin gazetelerde yer aldığı aynı gün, Edirne kaynaklı bir haber daha duyuldu. Yeni habere göre Edirne Valisi Mustafa Büyük, halk gezilerine devam ederken ilköğretim 5. sınıf öğrencisi B. Ç’nin ailesini de ziyaret etmiş. Vali Büyük, küçük kıza okula gidip gitmediğini sormuş. 5. sınıf öğrencisi B. Ç’nin ‘’Evimizde banyomuz yok, yıkanamadığım için arkadaşlarımdan utanıyorum ve bu yüzden okuluma ara verdim’’ cevabını almış. Bu cevap üzerine, küçük kızın başını okşayan Vali Mustafa Büyük, ‘’Senin okula gitmen için her türlü yardımı yapacağız. Evinize banyo da, tuvalet de yaptıracağız. Yeterki sen oku’’ demiş. (AA, 26 Aralık 2008)
İşte görüyoruz ki, sefalet görüntüleri sadece doğu illerimizle sınırlı değil. Türkiye’nin en batısındaki Edirne’de de yürek yakan görüntüler yaşanıyor. Bir adım ötesinin “AB üyesi ülke” olduğu bir ‘zengin şehir’de böyle manzaralar, böyle hadiseler yaşanıyorsa “Aldırma da geç!” diyebilir miyiz? “Her şey yolunda, problem yok” diyebilir miyiz?
Tabiî ki diyemeyiz ve dememeliyiz. O halde ne yapmalıyız? İşe önce kendimizden, ‘komşu’larımızdan başlayarak yardımlaşmayı teşvik etmeliyiz. “Komşusu açken tok yatan”ların durumuna düşmemeliyiz.
Hiç kimse bu manzaraların ‘münferit’ olduğunu düşünmesin. Maalesef bu ve benzeri manzaralar sadece Edirne ya da Van’da yaşanmıyor. Muhtemelen İstanbul’un ‘varoş’larında da bu manzaralar vardır. Daha da yakınımıza gelelim; mahallemizde de bu derece zorda olan komşularımız vardır ve olabilir. Ama şehir hayatının acımasızlığı, komşularımızın yaşadığı sıkıntıları bilmemizi, görmemizi, onlara el uzatmamızı imkânsız kılıyor.
Geçen gün çok eskiden beri tanıdığımız bir arkadaşımızla karşılaştık. Konuşma ilerledikçe ciddî bir maddî sıkıntıyla karşı karşıya olduğunu hissettirdi. Meğer 11 aydır işsizmiş. Hemen aklınıza, “iş beğenmeyen biridir” önkabulü gelmesin. İşsiz kaldığı günden hemen sonra yeniden çalışmak için pek çok yere müracaat etmiş. BİM’inden DİASA’ya kadar, ‘Ne iş olsa yaparım’ demiş. Ama hiçbir yer müsbet cevap vermemiş. Neticede son 10 aydır aldığı net asgarî ücretin yarısı kadar olan (225 YTL) ‘işsizlik maaşı’ da kesilmiş. Şimdi bu arkadaşın hâlini düşünün! Ki, arkadaşımız olduğu halde bizim de haberimiz olmamıştı. Malûm, son günlerdeki kriz sebebiyle iş bulmak iyice zorlaştı.
“Bari iş bulana kadar çorbada tuzumuz olsun” niyetiyle hemen hamiyet sahibi bazı arkadaşlarımıza durumu izah ettik. “Çam sakızı, çoban armağını” mesabesinde derlediğimiz bir miktar parayı arkadaşımıza ‘zorla’ kabul ettirdik. Çoğu kişiye şaka gelebilir, ama arkadaşımız şöyle diyordu: “İş aramak için (tarif ettiği yer, 3-4 km’lik bir mesafe) yürüyerek gitmek mecburiyetinde kalıyorum.”
“Yok ya, minibüse verecek 1 YTL de mi bulamıyor?” diyenler olabilir. Bizim için ‘ihtimal dışı’ olanlar, gerçekten yaşanıyor. Bir daha düşünelim ve lüks harcamaları kısıp, imkânlarımızı muhtaçlarla paylaşalım. ‘Zengin’lerimiz belki bu kriz sayesinde ‘fakir’lerin neler yaşadığını anlayabilecek. Ekonomik krizin belki de en büyük faydası da bu olacak.
28.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|