"Gerçekten" haber verir 28 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Onu (İsa'yı) ne öldürdüler, ne de astılar; fakat başkası ona benzetildi de onu öldürdüler. Muhakkak ki bu hususta ihtilâfa düşenler, İsa'yı öldürüp öldürmedikleri hakkında şüphe içindedirler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur.

Nisa Sûresi: 157

28.12.2008


Hz. İsa’nın (as) yeniden dünyaya gönderilmesi

Dördüncü Sualinizin Meâli: Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm Deccalı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler.

Halbuki, rivayetlerde gelmiştir ki, “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.” (Müslim, 1: 131; 4:2268) Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?

Elcevap: Hadis-i sahihte rivayet edilen, “Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın geleceğini ve şeriat-i İslâmiye ile amel edeceğini, Deccalı öldüreceğini” (Buhari, 4:205) imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:

O hadisin ve Süfyan ve Mehdî hakkındaki hadislerin ifade ettikleri mânâ budur ki:

Âhirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında risâlet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nev'î padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir. Öyle de, Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisâtı nev'înden müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbârâne surî hükümetini bir nev'î rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffî edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nev'î İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.*

Evet, her vakit semâvattan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’ eden (Hazret-i Cibril’in Dıhye sûretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u imanla onu tanır. Yoksa, bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.

Mektûbât, 15. Mektub, 4. Suâl, s. 59-61

* Bu husustaki İlâhî vaad Nisa Sûresi’nin 156-159. Âyetlerinde ifade buyurulur.

28.12.2008


Ebedî aşkın aşkıyla uyanmalıyım…

“Cehennem gibisini görmedim. Çünkü ondan kaçan, uyumakta. Cennet gibisini görmedim. Zira ona kavuşmaya istekli olan da uyumakta. “ (Tirmizî / Cennet-2601)

Saatlerce evinde durdu, seheri, sabahı ve o

ebedî tecellîyi seyretti, kuşları kâinatı dinledi, elindeki kitapla bir hayli arkadaşlık etti.

Güneş çoktan doğmuştu artık. Tepelere tırmanmıştı. Bir ara pencereden dışarıya, sokaklara, insanlara, aldananlara, aldatanlara, aldanışlara baktı, bir de çocukların masum, saf ve temiz oyun oynamalarına... Ve eline bir kalem, bir de kâğıt aldı. Mânâlar durmadı, duramadı içinde yavaş yavaş sayfalara aktı…

Mutluluk çok uzak değil bize.

Rabbimiz bizi mutlu etmek için sabahları seherlerimizin imdadına gönderiyor.

Bir gün, bu gün içinde yolumuzu bulmamız için karanlık yollarımızı güneşiyle rahmetiyle aydınlatıyor. Gecenin karanlığında da öyle, bize ay kadar güzel nurdan bir arkadaş gönderiyor.

Bizi bu kadar seven bir Rabbimiz varken, ne diye hâlâ dünyaya meylediyoruz, anlayamıyorum?

Bizi her sabah güneş kadar sıcak bir ışıkla uyandıran, bize çiçeklerden yollar sunan ve bizi her sabah çiçeksî tebessümlerle karşılayan, çiçeklerden tarifsiz kokular sunan, kuşların dili ile ebedî cennet seslerini işittiren, güzel manzaralarla içimizi, gönlümüzü açan, hüznümüzü elimizden alıp bizi huzura, huzuruna mazhar eden, o güzel ve sayamayacağımız kadar çok duygu ile kalbimize, hislerimize tercüman olan… Yağmurla rahmetini, sabahın o ilk ışıklarıyla şefkatini ve şefkatinin genişliğini, Rahmet peygamberleriyle kendini bize tanıttırmak isteyen bir Rabbe karşı hâlâ dünyaya aldanmak mı, niye ve neden?

….

İnsanız tabiî, aldanıyoruz, aldanabiliyoruz. Ama yeter artık, uyansak ve ebedî bir aşkla yansak diyorum!

Seherlerde ebedî bir tecellinin sesini duysak, gecelerde sükûnetli bir namaza dursak, gündüzlerde o eşsiz kâinat manzaralarını seyredalsak, yine bugün bir düşenin eli ayağı dostu olsak, bir duânın dalında çiçek çiçek açsak, her bir hareketimizde Efendimizi (asm) anıp da âdetlerden ibâdetlere giden o ebedî sevap yolunu açsak…

Şefkate, ilgiye, sevgiye muhtaç bir çocuğun başını okşayıp, yanaklarında o sevgi tomurcuğuna bir duâ çiçeği kondursak, yine bir çocuğa küçük bir tebessümle kalbine mutluluktan bir damla katsak.

Ve yine Efendimizin (asm) çocuklara olan o eşsiz ve manidar şefkatini hatırlasak ve ebedî bir şefkat nazarıyla dolsak... İhtiyar bir teyzemize ölümün o kadar da kötü olmadığını, mutluluğa giden bir cennet kapısı olduğunu anlatsak, onun o solgun çehresinde cennetî bir sevinç ve gözlerinde bekâ özlemini bir anlasak…

Bir beyefendiye; evi, eşi ve çocukları için çalışmanın bir ibadet olabileceğini hatırlatıp onu ebedî bir huzurun tam eşiğine, feraha, lezzete, âfiyete namaza çağırsak ve namazını kılmakla mutluluğunu sonsuz bir ufka taşıyabileceğini bir anlatsak…

Evet, aşık olanlar, muhabbetlerini dünyanın dört bir yanına salanlar, sevdiklerinden, dostlarından, akrabalarından hiç mi hiç ayrılmak istemeyenler, aşklarını sonsuz kılmak isteyenler, ebedî aşkı yaşamak isteyenler, yüzünüzü alın faniden, bakiye çevirin. Zira Bâkî’nin âyinesi dahi bâkîdir.

Hadi yüzünüzü dünyanın fani ve fenâ yüzünden bâkî ve hiç tükenmeyen ebedî yüzüne çevirin.

Uyanalım! Ve… Ebedî bir aşkın aşkıyla yanalım!

...

Kalem durmuyordu akıyordu, durmayan kalem miydi? Hayır, kalbiydi durmayan. Kalem yorulmuştu artık, duygular ise sonsuz ufukluydu, durmuyordu ki, çocuk en son şunları yazdı:

“Uyanmalıyım ve ebedî bir aşkın aşkıyla yanmalıyım…”

CİHAN CAMBAZ

28.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır