Ebedî aşkın aşkıyla uyanmalıyım…
“Cehennem gibisini görmedim. Çünkü ondan kaçan, uyumakta. Cennet gibisini görmedim. Zira ona kavuşmaya istekli olan da uyumakta. “ (Tirmizî / Cennet-2601)
Saatlerce evinde durdu, seheri, sabahı ve o
ebedî tecellîyi seyretti, kuşları kâinatı dinledi, elindeki kitapla bir hayli arkadaşlık etti.
Güneş çoktan doğmuştu artık. Tepelere tırmanmıştı. Bir ara pencereden dışarıya, sokaklara, insanlara, aldananlara, aldatanlara, aldanışlara baktı, bir de çocukların masum, saf ve temiz oyun oynamalarına... Ve eline bir kalem, bir de kâğıt aldı. Mânâlar durmadı, duramadı içinde yavaş yavaş sayfalara aktı…
…
Mutluluk çok uzak değil bize.
Rabbimiz bizi mutlu etmek için sabahları seherlerimizin imdadına gönderiyor.
Bir gün, bu gün içinde yolumuzu bulmamız için karanlık yollarımızı güneşiyle rahmetiyle aydınlatıyor. Gecenin karanlığında da öyle, bize ay kadar güzel nurdan bir arkadaş gönderiyor.
Bizi bu kadar seven bir Rabbimiz varken, ne diye hâlâ dünyaya meylediyoruz, anlayamıyorum?
…
Bizi her sabah güneş kadar sıcak bir ışıkla uyandıran, bize çiçeklerden yollar sunan ve bizi her sabah çiçeksî tebessümlerle karşılayan, çiçeklerden tarifsiz kokular sunan, kuşların dili ile ebedî cennet seslerini işittiren, güzel manzaralarla içimizi, gönlümüzü açan, hüznümüzü elimizden alıp bizi huzura, huzuruna mazhar eden, o güzel ve sayamayacağımız kadar çok duygu ile kalbimize, hislerimize tercüman olan… Yağmurla rahmetini, sabahın o ilk ışıklarıyla şefkatini ve şefkatinin genişliğini, Rahmet peygamberleriyle kendini bize tanıttırmak isteyen bir Rabbe karşı hâlâ dünyaya aldanmak mı, niye ve neden?
….
İnsanız tabiî, aldanıyoruz, aldanabiliyoruz. Ama yeter artık, uyansak ve ebedî bir aşkla yansak diyorum!
…
Seherlerde ebedî bir tecellinin sesini duysak, gecelerde sükûnetli bir namaza dursak, gündüzlerde o eşsiz kâinat manzaralarını seyredalsak, yine bugün bir düşenin eli ayağı dostu olsak, bir duânın dalında çiçek çiçek açsak, her bir hareketimizde Efendimizi (asm) anıp da âdetlerden ibâdetlere giden o ebedî sevap yolunu açsak…
…
Şefkate, ilgiye, sevgiye muhtaç bir çocuğun başını okşayıp, yanaklarında o sevgi tomurcuğuna bir duâ çiçeği kondursak, yine bir çocuğa küçük bir tebessümle kalbine mutluluktan bir damla katsak.
…
Ve yine Efendimizin (asm) çocuklara olan o eşsiz ve manidar şefkatini hatırlasak ve ebedî bir şefkat nazarıyla dolsak... İhtiyar bir teyzemize ölümün o kadar da kötü olmadığını, mutluluğa giden bir cennet kapısı olduğunu anlatsak, onun o solgun çehresinde cennetî bir sevinç ve gözlerinde bekâ özlemini bir anlasak…
…
Bir beyefendiye; evi, eşi ve çocukları için çalışmanın bir ibadet olabileceğini hatırlatıp onu ebedî bir huzurun tam eşiğine, feraha, lezzete, âfiyete namaza çağırsak ve namazını kılmakla mutluluğunu sonsuz bir ufka taşıyabileceğini bir anlatsak…
…
Evet, aşık olanlar, muhabbetlerini dünyanın dört bir yanına salanlar, sevdiklerinden, dostlarından, akrabalarından hiç mi hiç ayrılmak istemeyenler, aşklarını sonsuz kılmak isteyenler, ebedî aşkı yaşamak isteyenler, yüzünüzü alın faniden, bakiye çevirin. Zira Bâkî’nin âyinesi dahi bâkîdir.
…
Hadi yüzünüzü dünyanın fani ve fenâ yüzünden bâkî ve hiç tükenmeyen ebedî yüzüne çevirin.
Uyanalım! Ve… Ebedî bir aşkın aşkıyla yanalım!
...
Kalem durmuyordu akıyordu, durmayan kalem miydi? Hayır, kalbiydi durmayan. Kalem yorulmuştu artık, duygular ise sonsuz ufukluydu, durmuyordu ki, çocuk en son şunları yazdı:
“Uyanmalıyım ve ebedî bir aşkın aşkıyla yanmalıyım…”
|