Her çağın ayrı bir özelliği ve beklentisi vardır. Gelişen teknik ve teknolojiye, ihtiyaç başgösterdiği gibi; mânevî ihtiyaçlar için de yeni söylemlere ihtiyaç duyulur.
İşte yüz yirmi dört bin peygamber, bu maksat ile Cenâb-ı Hak tarafından gönderilmiştir.
Bu bir irade ve istek ile olmamıştır. Yani birinin çıkıp “Ben peygamber olmak istiyorum” demesiyle peygamber olunmamıştır. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın göndermesi ve vazifelendirmesi ile olur.
Peygamberimizden (asm) sonra başka bir peygamber gelmemiştir ve gelmeyecektir de. Ama her asırda ve çağda bir müceddid (yenileyici) gönderilmiştir. Bu gerçeği yine Peygamber Efendimizin (asm) “Benden sonra bir peygamber gelmeyecektir. Ama dini tecdid için her asırda bir müceddid gönderilecektir” hadisiyle net bir şekilde anlayabiliyoruz.
İşte çağın yaklaşık sekiz yüz yıl öncesindeki Mevlânâ, bu müceddidlerdendir.
Ve işte bu çağın Mevlânâ’sı da, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleridir.
Nasıl ki peygamberler bir görevlendirme ile gelir, müceddidler de böyledir. “Ben müceddid olacağım” demekle müceddid olunamaz. Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ettiği ilim ve kemâlât ile donatılmış olarak gönderilir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri yapmış olduğu iman ve Kur’ân hizmeti ile bunu açıkça ve kuşkusuzca göstermiş ve bir ifadesinde:
“Hz. Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur’u yazardı. Ben de Hz. Mevlânâ zamanında gelseydim, Mesnevî’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı, şimdi Risâle-i Nur tarzındadır” diyerek önemli bir tesbitte bulunmuştur.
Aradan sekiz yüz yıla yakın bir zaman dilimi geçtiği halde “Gel” hitabı bütün dünyada yankı yapmaktadır.
Umarız; Bediüzzaman’ın Kur’ân’dan aldığı ve asrımıza sunduğu o güzel risâleleri uzun zaman gönüllerde saklı kalmaz, cihana ulaşır.
Çağın Mevlânâ’sı Bediüzzaman’dır.
25.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|