Ermeni tehcirinin, gerçekleştiği dönemin şartları ve ortamı, yol açtığı sonuçlar ve hadisenin bugüne yansımaları gibi değişik boyutlarıyla, ama sağduyulu, vicdanlı ve gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor.
Olayın temelinde, o dönemde devletin, patlak veren cihan harbinin taraflarından biri olarak her cephede savaşıyor olduğu gerçeği yatıyor.
Bu cephelerden biri olan şarkta Ruslarla birlikte bize saldıran Ermeni-Taşnak çeteleri var.
Bunlar, işi, kadın-kız-çocuk-ihtiyar demeden masum insanlarımızı katletmeye; şehir, kasaba ve köylerimizi yakıp yıkmaya kadar vardırıyorlar.
Bediüzzaman, İhtiyarlar Risalesi’nin On Üçüncü Rica’sında, savaştan sonra gittiği Van’da, yıllarca talebe okuttuğu medresesi başta olmak üzere bütün Müslüman evlerinin Ermeni çetecilerce tahrip edildiğini gördüğündeki hissiyatını çok hazin ifadelerle anlatır. (Lem’alar, s. 246)
Bu ifadeler, bugün Ermeni diyasporası içinde, soykırım iddiasını bir kan dâvâsı mantığıyla ve inatla sürdüren Taşnak komitelerinin örtbas etmeye çalıştıkları bir başka gerçeğin çok sayıdaki vesikalarından yalnızca birini teşkil ediyor.
Said Nursî’nin, talebeleriyle birlikte cephede Rus işgalcilere ve Taşnak işbirlikçilerine karşı vatan savunması yaparken, esir alınarak bir nahiyede toplanan binlerce Ermeni çocuğunu serbest bıraktırması da, savaşta bile masumların hukukunu gözeten bir duyarlılığın ifadesiydi.
Bazı yerlerde Ermeni fedailerinin Müslüman çoluk çocuğu katletmesine misilleme olarak bizim cenahta da Ermeni çocuklarının öldürülmeye başlanması ile vahim boyutlar kazanmaya doğru giden tehlikeli süreç, Bediüzzaman’ın bu insanî ve İslâmî müdahalesi ile durmuş oldu.
Onun binlerce Ermeni çoluk çocuğunu kurtarıp serbest bıraktırdığını gören Ermeni çete reisleri, “Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmeyip bize teslim etti, biz de bundan sonra Müslüman çocuklarını kesmeyeceğiz” taahhüdünde bulundular. (Tarihçe, s. 99)
Çok kuvvetli bir ihtimalle, İkinci Dünya Savaşının bitiminden bu yana “soykırım siyaseti ve ticareti” yaparak çok yönlü “kazanç”lar sağlayan odakların perde gerisindeki yönlendirmeleri ile ortaya atılan “Ermeni soykırımı” iddiaları konuşulurken, bu tarihî hadise gözden kaçmamalı.
Gelelim tehcir olayına. Bu konunun durup dururken gündeme gelmediği bir vâkıa. Taşnak çetelerinin Rus işgalcilerle birlikte bize saldırdığı bir ortamda, sivil Ermenileri bu çatışmanın dışında tutarak Taşnakları tecrit etmek gibi gerekçelerle alınan bu kararın, çok büyük acılara yol açtığı da. Kafileler halinde yapılan uzun ve zorlu yolculuklar esnasında kıtlık, hastalık ve eşkiya saldırıları sonucu hayli zayiat verildiği de.
Ama bu durumdan sadece tehcir edilen Ermeniler değil, onlara refakat eden Osmanlı askerleri de etkilenmiş, onlar da çok kayıp vermiş.
Keşke dünya savaşı olmasaydı, en azından biz bu harbe girmeseydik, işgale uğramasaydık, savaşlarda yürek burkan can kayıpları olmasaydı, özellikle sivillere dokunulmasaydı ve tehcir kararı alınmasaydı... Ama tarihi yeniden yaşamak ve revize etmek mümkün değil. Bunların hepsi, kendi şartları içerisinde maalesef vuku bulmuş.
Bugünün insanları olarak bize düşen, o acı olaylardan yeni husumetler çıkarıp geleceğe yeni gerilim ve çatışmalar taşıyarak işi daha da büyüyen bir kan dâvâsına çevirmek değil; yaşananlardan gereken ibret ve dersleri alıp, asırlardır yan yana ve iç içe yaşamış komşu kavimler olarak en mâkul ve mantıklı yolun barış ve uyumu tekrar ihya etmek olduğunu görmek olmalı.
Osmanlı adalet ve hoşgörüsünün mirasçıları olan bizlerden ve yüzyıllarca “millet-i sadıka” olarak anılan Ermenilerden beklenecek tavır bu.
Bu ahengi tekrar yakalamanın yolu ise, tartışmalı özür kampanyalarından çok, karşılıklı helâlleşme temeline dayalı bir diyalogdan geçiyor.
Bugünü ve geleceği kurtarmak için..
25.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|