Mevzu mevzua anahtar olurmuş. Bir ADD üyesinin taşıdığı pankart başına iş açınca, tarihe yeni pencereler açıldı. Lenin ile M. Kemal’in tarihçe inkâr edilemeyen dostlukları, hayali bir M. Kemal imajı oluşturma peşinde koşuşturan muhafazakâr ve kısmen milliyetçi geçinen çevreleri rahatsız etmiş olacak ki, savcıları da sıkıntıya sokacak hadiselere yol açıyorlar. Bilimsel bir Atatürkçünün Lenin ile M. Kemal’i dâvâ arkadaşı gösteren levhadan rahatsız olması, zaten söz konusu olamaz.
Bolşevik ihtilâlini gerçekleştiren kadronun 1921’lerden itibaren Ankara hükümeti ile fevkalâde iyi münasebetler içinde olduğunu, bu müptedi hükümete maddî ve manevî desteklerde bulunduğunu ve İngilizlerle olan tarihî menfaatlerinden dolayı Rusya’nın Osmanlı’ya beslediği düşmanlığa bedel, yeni hükümete dost kaldığından o günleri bilen diplomat, erkân-ı harp ve tarihçiler müttefiktirler. Pankarta karşı çıkan düşüncenin ve 12 Eylül sonrasında ülkemizde imkân bulan Türk-İslâm sentezcilerin çalışmaları sonunda, kamuoyunda yer aldığını bilvesile belirtmiş olalım. Biz bu yazımızda 1935’lere kadar açıktan devam eden Ankara-Moskova yakınlaşmasının üzerinde durmayacağız. Birlikteliğe yaklaşan bu yakınlaşmanın neticesinde Yahudi kökenli meşhur Bolşevik Komutan Troçki, Stalin’den kaçarken Ankara’ya sığınmıştı. Genç araştırmacı ve tarihçilerimizin daha müşahhas bilgi ve belgelerle çerçeveleyecekleri bu konudan ziyade, Bolşevik ihtilâli ile Kemalizmin menşelerine değinmek istiyoruz.
Meşhur tarihçilerimizden Şükrü Hanioğlu’nun M. Kemal’in felsefe kaynaklarından bahseden yazısından yıllar önce Can Dündar da bu mevzua kısaca değinmişti. Anıtkabir’deki kitapları incelerken M. Kemal’in en son okuduğu, meslek ve meşrebini o fikirlere göre dizayn ettiği ve satırların altlarını çizerek, yanlara haşiyeler düşerek mütalâa ettiği kitaplar hakkında bilgi verirken Kemalizm ile Bolşevizm arasındaki köprülere işaret etmişti. Almanya felsefesini derinden etkilemiş Vülger, materyalizm, semavî dinler karşıtı tarih teorisi ve yaratılış teorisi gibi çağdaş iki hareketin önderlerini etkileyen düşüncelerin ayrı yazılarda incelenmesi gerekir. Gerçi mahiyetleri az-çok bilindiğinden derin tahliller yerine, o fikirlerin o günkü Kuzey Avrupa temsilcileriyle (Şimal cereyanı) birlikte etkilenen tarihî şahsiyetlerin kısa tarihçe-i hayatları da yeterli olabilir.
Bizdeki yanlış, söz konusu din karşıtı felsefenin M. Kemal’e münhasır bırakılmasıdır. Dikkatli bir inceleme, onun mesaî arkadaşlarıyla ve onun ilmi meclislerini oluşturan heyetler de aynı kaynaktan besleniyorlar. O günlere gelen matbuatta bu yönleriyle şöhret bulmuş A. Cevdet ve Beşir Fuad gibi muharrirlerin geçmişine baktığınızda, semavî dinleri dışlayan felsefenin bir cereyan halinde Osmanlı’yı sardığını göreceksiniz. Zaman gazetesindeki yazıyı dikkatlice okuduğunuzda, kitabın M. Kemal’e bir komutan tarafından verildiğini, M. Kemal’in bu düşünceyi benimsemesi neticesinde kitabı tercüme ettirerek neşrettiğini öğreniyorsunuz.
Kemalistlerin kendilerine muhalefet kabul ettikleri Bediüzzaman Hazretleri de bu iki cereyan arasındaki birlikteliği Lem’alar isimli eserinin 22. Lem’asında haber veriyor. Bediüzzaman’ı, milletin teveccühüne mazhariyetten dolayı tenkid eden Kemalistler, onu hocalık sıfatıyla eşitlik ilkelerini ihlâl etmekle suçluyorlar: “.. Bu hal ise şimdiki tabir ile burjuvaların müstebidâne tahakkümleri içinde hoş görünebilir, fakat bizim tabaka-i avamın intibahıyla ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve Bolşevizm düsturları, bizim daha ziyade işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor.”
Bediüzzaman’ın da kabullendiği “küllî muhalefet” gerçeğince, Said Nursî Kemalistlerden ziyade bolşeviklere hücum ediyor. Bolşevizmin felsefî temellerini Kur’ânî hakikatlerle tar u mar ediyor. İslâmiyet inşasında “imanî temelleri” Kur’ânî prensipler istikametinde yükseltiyor ki, Asya’nın ve hem de Avrupa’nın barış refah ve huzurunun bu temellere bağlanmakta olduğunu ispat ediyor.
Bolşevizm ile Kemalizm arasındaki farkı da ilk fark eden Bediüzzaman Hazretleridir. Bolşevizmin Kuzey Avrupa’dan başlayarak global bir cereyana dönüştüğünü, daha ziyade Avrupaî olduğunu fark eden Said Nursî Hazretleri, Kemalizmin Asya’da zuhur ettiğini ifade ediyor. Gerçi 29. Mektub’un 6. meselesinin sonlarında, Kemalizmin de dolayısıyla Avrupa’dan doğduğunu haber verirken, başka eserlerinde Kemalizmin tesirlerini İslâm coğrafyasında göstereceğini söylüyor. Bu coğrafî ve stratejik farktan sonraki diğer önemli fark ise, Kemalizmin yoğun bir şekilde “Türk Milliyetçiliğini” kullanmasıdır. Dinî hayatı çok yoğun biçimde yaşayarak gelmiş Osmanlı’daki “din” boşluğunu ırkçılıkla dolduran Kemalizmin bu yönü, imparatorluğun “din ortak paydası” ile birbirlerine rabt ettiği coğrafyaları çatışmaya, kaos ve fukaralığa sürüklemiştir. Türk milliyetçiliğini İslâmiyetle aynı kapta pişirmeye kalkışan muhafazakâr, hatta safî dindar çevrelerin bilmeden Kemalizme meyletmeleri bu nedendendir. 12 Eylül ihtilâlinden sonra “dindar bir M. Kemal” portresi çizilince, ister istemez savcılarımız harekete geçeceklerdir. Zira hakikî Kemalizmi bilemiyorlar. Hayallerinde kurdukları neo Kemalizm de, Bolşevizm ile Kemalizmin aynı kaynaklardan beslendiklerine dair bir bilgileri de yok. Kökleri arzî veya felsefî olan bu cereyanların mahiyetini Kemalistlerin açtıkları yeni tarih pencerelerinden öğrenmeye devam edeceğiz.
22.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|